Özdalga,
sivillerin askeri mahkemelerde yargılanmalarına son verecek, sivil suç işleyen askerlerin de sivil mahkemelerde yargılanmalarını sağlayacak
kanun değişiklikleri konusunda
Baykal ve
CHP'nin takındığı tavra ateş püskürüyor.
Değişikliklere "farkında olmadan" onay verdiklerini iddia etmeleri, kendi oylarıyla yapılan bir kanun değişikliğini gerekirse
Anayasa Mahkemesi'ne götüreceklerini söylemeleri belli ki çok tepkisini çekmiş.
Hele Baykal'ın son
MGK toplantısı sırasında çok alaycı bir ifadeyle, "Bakarsınız
cumhurbaşkanı önümüzdeki saatlerde bu yasanın Anayasa'ya aykırı olduğunu tespit edebilir" şeklinde konuşarak, Cumhurbaşkanı Gül'ün askeri kanadın zorlamasıyla birkaç saat içinde kanun değişikliklerini veto edebileceğini ima etmesine iyice içerlemiş. Biraz da bu kızgınlıkla olacak, CHP'nin seçimle
iktidar şansı olmadığı için bütün ümidini askeri meşru hükümete karşı kışkırtmaya bağlamış bir "postal partisi"ne dönüştüğünü söylüyor. (CHP için "devlet partisi" olduğu çok söylendi, ama "postal partisi" dendiğini doğrusu duymamıştım. Ama yadırgadığımı söyleyemem.) Özdalga, Baykal'ın 2011 seçimlerinden sonra
siyaseti bırakmak zorunda kalacağını, bu konuda isteyen herkesle bahse girmeye hazır olduğunu da sözlerine ekledi. (Bu konuda onunla bahse girmeyeceğim, çünkü gerçekten gardrobu bahislerle kazandığı
takım elbiselerle doludur.)
Daha sonra
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Bugün gazetesinden Seda Şimşek'e verdiği mülakatı okudum (6�7 Temmuz). Her söylediğine katılmasam da, inandığı görüşleri cesaretle ifade eden bir politikacı olarak takdir ettiğim Arınç da CHP hakkında şunları söylemiş: "CHP geleneği hangi kılığa bürünürse bürünsün İttihat ve Terakki'den bu yana rakiplerini irtica tehdidi ile yok etmeye çalışmıştır. CHP, irtica,
Cumhuriyet, rejimi koruma ve kollamak konusunda çok duyarlı olduğu bilinen Silahlı Kuvvetler'in arkasına sığınarak siyaset yapıyor... Bugüne kadar TSK tarafından sivil siyasete müdahale olarak kabul edilebilecek her türlü davranışa CHP sahip çıkmıştır. Sayın Baykal TSK'nın 28 Şubat'taki rolünü adeta bir sivil
toplum kuruluşunun demokratik bir davranışı olarak yorumlamıştı..."
Bir an "Arınç haklı mı?" diye düşündüm. Pek hak veremedim. Evet, 27
Mayıs 1960 askeri darbesinde CHP'nin teşvikinin de rolü olduğu söylenebilir. Peki, 12
Mart 1971 için aynı şey söylenebilir mi? CHP Genel Sekreteri
Bülent Ecevit,
12 Mart muhtırası üzerine "bana karşıdır" diyerek
istifa etmedi mi? CHP'nin gerek 1973, gerekse 1977 seçimlerindeki başarısında Ecevit'in "sivil" tavrının rolü olmadı mı? 12
Eylül 1980 darbesi bir ölçüde de CHP'ye karşı yapılmadı mı? Askeri
yönetim Erdal İnönü'nün başında olduğu SODEP'in 1983 seçimlerine girmesini engellemedi mi? Bu soruları sorunca, CHP'yi "postal partisi"ne çevirenin
Deniz Baykal olduğu konusunda bir tereddüt kalacağını sanmıyorum.
"Postal partisi" meselesi bana yakın akadaşlarımla yaptığım, arada sırada üzerine de yazdığım bir tartışmayı aklıma getirdi: "Baykal mı CHP'den çıktı, yoksa CHP mi Baykal'dan?.." Çoğu arkadaşlarım CHP'nin "işte bu..." olduğunu, başına kim geçerse geçsin sonunda Baykal gibi olacağını söylüyorlar. Ben ise öteden beri CHP'nin iki yüzü olduğunu,
özgürlük ve
demokrasi fikrine az hizmeti dokunmadığını, başına sosyal demokrasiye yalandan değil gerçekten inanmış bir lider ve kadro geçebilseydi, ülkede ona
destek verecek çok geniş bir taban (Türkiye'nin bütün mağdurları...) olacağını savunurum; eğer "Milli Görüş Hareketi kendini yenilemeyi başarabildiyse, CHP de başarabilirdi" diye düşünürüm. Ama Baykal "
küçük dağları ben yarattım, her şeyi ben bilirim" edasıyla, üzerinde sulta kurduğu partiden politikalarını sorgulayan herkesi uzaklaştırarak, yalnızca kendisine biat edenlerden oluşan bir CHP, bir "postal partisi" yarattı.