Konu, son dönemde sık sık duymaya alıştığımız
Türkiye'nin AB reformlarındaki yavaşlama. Değerlendirme yapan isimlerden biri, bu süreçte Türkiye'nin önemli
destekçilerinden
Joost Lagendijk.
Diğeri ise
Avrupa'da
siyaset yapan Türk kuşağının sembol isimlerinden Cem
Özdemir.
Her ikisi de Avrupa'dan bakıldığında Türkiye'nin nasıl görüldüğünü bilecek konumda. Hem Avrupa'yı çok iyi biliyorlar hem de
iktidarından muhalefetine, derin devletinden en marjinal grubuna Türkiye'de olup biten her şeyin farkındalar.
Kısa aralıklarla iki isimle de ayrı ayrı konuştum. Analizlerindeki benzerlik şaşırtıcı idi. Önce
Cem Özdemir'e
kulak verelim. Özdemir, konuyu değerlendirirken, sadece kendi gözleminden hareket etmiyor; temas halinde olduğu Avrupalılardan edindiği izlenimi de paylaşıyordu. Mesela, konuştuğu
gazeteci dostlarına,
AK Parti liderlerinin konuşmalarına, reform projelerine neden eskisi kadar yer vermediğini soruyor ve şu cevabı alıyordu: "Önceleri yapılan konuşmalar kısa sürede icraata dönüşüyordu. Biz de bu konuşmalara ve reform projelerine yayınlarımızda büyük yer veriyor ve atılan adımları alkışlıyorduk. Şimdi ise durum farklı. Yine çok konuşma var, ama aynı oranda
eylem yok. Hele reformlar yapılsın, biz yine destek veririz."
Son
Avrupa Parlamentosu seçimlerine girmeyerek, Türkiye'de yaşamaya karar veren Lagendijk'in analizi de farklı değil: "Önceleri konuşulan reformların çoğu yapılırdı. Az söz, çok icraat vardı. Son dönemde ise sözlerle eylem arasındaki
uçurum büyüyor. Birçok şey konuşuluyor, ama bunların çok azı hayata geçiriliyor."
Ankara'dan bakınca, bu durumu izah etmek için birçok gerekçe bulmak mümkün: Rumları haksız yere üye yapan AB'nin, Türkiye'ye verdiği sözleri tutmaması ve bu yüzden 8 başlığı askıya alması; Merkel ve Sarkozy'nin hukuka aykırı olarak Türkiye'nin üyeliğini yeniden müzakereye açması; 2007'de cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan siyasî
kriz ve peş peşe yapılan seçimler; vatandaşların yarısının desteğini alan iktidar partisini 8 ay oyalayan
kapatma davası;
Ergenekon davası; muhalefetin uzlaşmaz tutumu, vb.
Yakın zamana kadar AK Partili yetkililer, reform hızındaki yavaşlama
eleştirilerine karşı bu cevapları veriyor; ama eleştiriler de artarak devam ediyordu. Son günlerde aynı eleştiri yine seslendirilse de hem Brüksel'de hem Türkiye'de birçok kişi 2009'un önceki 3 yıldan farklı olduğunu söylüyor. En büyük farklardan biri de tek işi AB sürecini takip etmek olan Egemen Bağış'ın başmüzakereci olarak görevlendirilmesi. Bugün görevdeki 6 ayını dolduran Bağış, dün ajans, gazete ve televizyon yöneticilerinin karşısına geçip yarı dönem karnesini anlattı.
Yavaşlama konusu yine soruldu. Ama bu kez, bakanın elinde son 6 ayda yapılan önemli bir icraat listesi vardı: Yıl başında
Ulusal Program'ın onaylanması, başmüzakerecinin atanması, TRT Şeş'in yayına başlaması, 1 Mayıs'ın bayram yapılması,
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Yasası'nın çıkması, Vatandaşlık ve Gümrükler yasalarının çıkması, Nazım Hikmet'in itibarının iade edilmesi, 3 yıl aradan sonra
Başbakan Erdoğan'ın iki kez Brüksel'i ziyaret etmesi, Cumhurbaşkanı Gül ve
CHP lideri Baykal'ın ziyaretleri, vergilendirme başlığının açılması,
Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'nun kurulması, TRT'de
Ermenice radyo programının başlaması, 4 bakandan oluşan
Reform İzleme Grubu'nun her 2 ayda bir toplanma kararı... Bu listeye askerî yargının yetkilerini düzenleyen yasayı da ekleyebiliriz.
Güven erozyonunu
tamir için bu ivmenin, sırada bekleyen anayasa değişikliği, yargı
reformu, ombudsmanlık, Türkiye milletvekilliği gibi adımlarla sürmesi lazım. Neticede üyelik, siyasî bir konu. Ancak bunlar Türkiye'nin her halükarda ihtiyacı. Bağış'ın dikkat çektiği gibi, zamanı geldiğinde 18 milyon Doğu
Alman nasıl bir gecede AB'ye girdi ise şartlar oluştuğunda Türkiye de üye olur. Önemli olan, randevu tarihinde hazır olmak.