O andan itibaren basında askeri yargı ile
sivil yargıyı yarıştıran yazılar, haberler yer alıyor, albayın hapse girmesi ya da
tahliyesi üzerine analizler yapılıyor.
Bu elbet sert kutuplaşmanın bir göstergesi…
Ancak görmek gerekir ki, albayın tutuklanması ya da serbest kalmasından daha önemli olan
Ergenekon davası çerçevesinde hukuki takibata uğramasıdır. Muhtemel yeni bir iddianamede
Albay Çiçek'in
sanık olarak yer almaması mevcut veriler ve koşullarla pek mümkün görünmüyor.
Uzak açı analize daha uygun…
Yine o açıdan bakalım.
İlk görünüşte ortada bir asker-sivil gerginliği var. Ancak bu gerginliğin gerisinde devasa bir değişim tartışması yatıyor. Üstelik bu, uzun süredir böyle, askeri yargının görev alanının daraltılması yanında
Ergenekon davası, daha geriye gidelim Çankaya'ya AK Parti'li bir
siyasetçinin seçilmesi, AB'ye uyum paketleri,
MGSB tartışması hemen hepsi aynı hatta oturuyor.
Saflar da pek değişmiyor.
Bir yanda asker ve ona açık
destek veren bir merkez medya, öte yanda muhafazakâr bir siyasi parti ve onun değişim projelerini destekleyen farklı ve yaygın toplumsal kesimler…
Dün bir iki soru sorduk:
Sivilleşme sürecinin bu yeni aşaması derinleşebilecek mi?
Bu aşamanın yarattığı güç kavgası sorun yaratmadan dinecek mi?
İki soruya yanıtımız “
evet” şeklinde…
Evet, zira bu kez iki aktör arasındaki eşitsiz bir güç yarışından öte bir durumla karşı karşıyayız.
Yürütme bir güç olarak işin içinde, yargı ve
yasama da öyle…
Yargı sürecinden dün söz ettik: Özellikle
Ergenekon soruşturması ve davası kapsamında açık ve geri dönüşü zor biçimde tetiklendi.
Yürütme ve yasamaya gelince, Meclis'ten geçen yasa ve anlamı ortada. Yasa değişikliği askeri kurumun haksız koruma kalkanını ortadan kaldırdığı için hem yürümekte olan
tasfiye ve
temizlik süreci açısından önemli, hem sembolik ve fiili açıdan sivilleşme eğilimi açısından…
Nitekim tüm dikkatler buraya yönelmiş bulunuyor, asker-sivil gerginliği tartışmaları özellikle buradan kaynaklanıyor.
Başbakan, Cumhurbaşkanı,
Genelkurmay Başkanı trafiği bu yüzden hızlanmış durumda.
Demirel ya da Sezer Cumhurbaşkanı olsaydı, yürütmenin denetleyici ayağını bu isimler
kontrol etseydi, bugün ne krizden söz edilirdi ne değişimden…
Cumhurbaşkanı 1982
Anayasası'nın öngördüğünün tersine artık siyaset karşısında sadec
e devlet ayağını temsil etmiyor, temsil ettiği aynı zamanda siyasi alanın birleşmesini ve siyasi alanın gücünü ifade ediyor.
Cumhurbaşkanı'nın yasa değişikliğini onaylaması (ki onaylayacaktır) halinde defter ana hatlarıyla kapanır, olası bir
Anayasa Mahkemesi iptali bu kez gerekli bir Anayasa değişikliğine kapı açar.
Bu durum, bir yanıyla 2007
Nisan muhtırasının neden verildiğini, bu muhtırayla ne amaçlandığını resmeder.
Ayrıca askeri yargı meselesi
laiklik, beka, bütünlük gibi sistemin ideolojik iştahına yem ve malzeme yapılabilecek bir konuda da değil, kaldı ki AB gerekleri ve standartları da var devrede…
Sivilleşme bir dalga gibidir, enerji biriktirerek gelir, enerji biriktikçe büyür, gelir, gelirken vurur, giderken de…
Daha doğrusu değiştirir…