Bir kısım medya,
Anayasa Mahkemesi’nin skandal 367 ve
başörtüsü kararı, 27
Nisan e-muhtırasında olduğu gibi, askerden çok askerci kesildi.
Adeta Genel
kurmay Başkanı’nın emir eri gibi davranıyorlar.
Ergenekon fasa-fiso diyorlar,
İlker Başbuğ’un bizzat yalanladığı ve ‘Bu silahlar
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait değildir’ açıklamasının Makine Kimya Enstitüsü’nce yalanlanmasına
kulak tıkıyorlar.
Şimdi de
CHP lideri Deniz
Baykal ile birlikte umutlarını
belgenin sahte olmasına bağlamış durumdalar.
Taraf’ın konuştuğu
emekli orgeneralin açıklamalarını duymazdan geliyorlar.
Tekrar hatırlayalım bu orgeneralin söylediklerini:
‘İlker’i daha
Kara Kuvvetleri Komutanı iken bu
ekip konusunda uyarmıştım. Bu belgenin çalışması Ocak 2009’da başladı.’
Şimdiye kadar
Genelkurmay Başkanlığı bu açıklamayı yalanlamadı.
Başbuğ, ‘Ben böyle bir görüşme yapmadım, uyarı almadım’ demedi.
O zaman bu açıklamaları doğru kabul etmemiz şart.
Önce Ergenekon’un, ardından da
darbe belgesinin avukatlığına soyunanlar için böyle bir sıkıntı yok.
Her dediklerinin yanlış, durdukları zeminin ne kadar
çürük olduğunun farkında bile değiller.
Halk her seferinde onları hayalkırıklığına uğratıyor, bu sefer de
halka hakarete başlıyorlar.
Şimdi de kriminal uzmanı edasıyla belge tartışması yapıyorlar.
Belgeyi polisin yerleştirdiği iddiası tutmayınca, bu kez de sahteliğine umut bağladılar.
Onlarda umut bitmez zaten.
Bu kadar anti-demokrat, kökten laikçi ekibin
Doğan Grubu’nda toplanmış olması tesadüf mü acaba?
Bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıdaki liberal, demokrat yazarlarını çıkarsak, geriye sadece darbe şakşakçısı bir ekip kalıyor.
Kendi halkından korkan, inancından rahatsız olan,
yaşam biçiminden ‘iğrenen’ bir anlayışın temsilcileri.
Omuzlarında bir tek apoletleri eksik.
Böyle bir medya yapısıyla
Türkiye’nin demokratikleşmesi,
Avrupa Birliği yolunda reformlar gerçekleştirmesi, darbe anayasasını değiştirip çağdaş bir anayasa hazırlaması çok zor.
Sivilleşmenin her adımının karşısında onlar var.
Kürt reformlarına da, Heybeliada ruhban okulunun açılmasına da karşılar.
Kıbrıs’ta çözüm sürecini ‘Ada’yı satmak’,
Ermenistan ile ilişkilerin düzelmesini ‘teslimiyet’ olarak görüyorlar.
Yapıcı önerilerden çok her türlü değişimin karşısında direnerek var olacaklarını çok iyi biliyorlar.
Değişim onları layık oldukları yere, yani tarihin çöp tenekesine yollayacak çünkü.
Çok
şükür temsil ettikleri zihniyet sandıkta yüzde 20’lerde çakılı.
Yoksa Türkiye gerçekten karanlık çağa dönerdi.
Günümüzde demokratlar da en az darbeciler ve işbirlikçileri kadar cesur olduğu ve gelinen noktayı korumak ve daha ileri götürme konusunda kararlı oldukları için, yarınlar için karamsar olmaya gerek yok.
Son belge skandalı, Türkiye’de demokratik olgunluğun geldiği noktayı açıkça ortaya koydu.
Bu utanç verici olaydan çıkan tek olumlu sonuç da bu oldu zaten.
Bizim bir de Kürt sorunumuz var
Darbe belgesi gündeme geldi ve Türkiye’nin diğer konuları gölgede kaldı.
Bunların başında da
Kürt meselesi geliyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün de vurguladığı gibi, 2009 bu açıdan kritik.
Ama darbe belgesi gündeme gelince bu konu tartışılmaz oldu.
Şiddetin devamı sağlıklı bir demokrasinin önünde en büyük engel olduğu gibi, askerin siyasete müdahil olmasını da sağlayan bir
araç.
Bu mesele hallolmadan böyle kör topal yol alırız.
Demokrasiye tehdit sadece darbe girişimlerinden kaynaklanmıyor, terörden de kaynaklanıyor.
Hep akılda tutalım.
ERGUN BABAHAN-STAR GAZETESİ