PROVOKASYON İHTİMALLERİ...

Üzerinde durulmaya değer gördüğüm iki ‘değerlendirme’yi paylaşmak istiyorum.


Bunların ilk dünkü Star gazetesinde, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Karaalioğlu’nun imzasını taşıyor. Karaalioğlu, son dönemlerinin ‘en büyük siyasi gösterisi’ ile ilgili bir psiko-sosyolojik arayış içinde. Ortada cevaplandırılması gereken sorular bulunduğu kanısında. Yazısının sonunda ortaya attığı sorulara, kendi çizdiği, bir tür ‘yol haritası’ndan ulaşıyor. ‘Cenazedeki Alkışı Anlamak’ başlıklı yazının önemli bir bölümünü, sonu dahil, alıntılıyorum: “... Giderek dikkat çekici hal alan şey (...) ‘Laikçi/Kemalist-CHP sempatizanı’ kesimin; Türkiye toplumunda daha önce hiç görülmeyen veyahut da tek parti döneminin zoraki gösterilerini andıran birtakım ritüel, sembol ve hareket biçimlerini benimsemeye başlamasıdır. Bir demokratik hakkı kullanmak için yollara dökülen veya bir cenaze töreni vesilesiyle bir araya gelen insanların dilinde, hal ve hareket tarzında bugüne kadar görmediğimiz bir şeyler var. Eğitimli ve geleneksel elit tanımına ‘nispeten’ daha yakın, aydınlanmacı iddiasını güçlü bir şekilde yansıtan sınıfın dilinden söz ediyoruz. Miting ve törenlerden yansıyan görüntülerde şekillenen yeni bir dil ve bambaşka bir üslup var. Ne eğitimle, ne aydınlanmayla ve ne de çağdaşlıkla örtüşen bir üslup bu. Aksine, antitez olarak tanımladıkları, ötekileştirdikleri, hayatın bütün ünitelerinde gettoya ittikleri sınıflarda bir zamanlar sık rastlanan davranış biçimlerini kendi bedenlerinde yeniden üretiyorlar. Mitinglerde çaresiz bir öfkeyle veya normal zamanlarda akıl etmeyecekleri sloganlarla kendilerini ifade ediyorlar. Normal zamanlarda bütünüyle karşı çıkmayacakları, soruşturmasına destek verecekleri Ergenekon Davası’na karşı göğüslerini siper edebiliyorlar. Medyada da kendini sürekli motive eden; demokrasiyi, hukuku, Atatürk’ü, laikliği, dünyayı alabildiğine subjektif yorumlarla fikrine aracı kılan keskin bir dil büyüdükçe büyüyor. Cenaze törenlerine yansıyan da aynı psikoloji. Tiyatrocuların alkışlı uğurlanması malum ama son zamanlardaki görüldüğü gibi alkışlı, sloganlı, öfkeli cenaze törenleri daha önce olmazdı. İmam cenaze namazını kıldırır, dua eder, cemaat de namaza, duaya iştirak eder, alkışlamazdı. Alkışlanırsa namaz batıl da olmaz elbette ama ihtimaldir ki imam hayatı boyunca ilk kez camide alkışlanmıştır. Cemaat imamı niye alkışlar, onun sözlerinden bir siyasi mesaj arayıp niçin mutlu olur sorularını cevaplandırmamız lazımdır. Yadırgamıyorum, amacım yanlışı büyütmek de değil, sadece anlamaya çalışıyorum. Bir itilmişlik, sıkıştırılmışlık duygusu olmalı. Bir tür gettolaşma refleksi. Bu refleks, cenaze merasimi gibi hiç olmazsa biraz uhrevi atmosfer teneffüs edilmesi gereken ortamda duygusal patlamaya yol açıyor. Cenaze unutuluyor ve ‘aydın’ bir imam duymak istediklerini söyleyince ‘cemaat’ ona sığınıyor. Bu, sınıfsal konumlarından dolayı geleneksel üstünlük imtiyazına da sahip olagelen bir kesimin bildiğimiz, alıştığımız davranışlarından değildir. Aksine, bu kesimde hiç görmediğimiz bir duygu patlamasıdır. Getto duygusu, toplumun bir kesiminden bir başka kesimine geçerek beden mi değiştiriyor? Ya da büyütülecek bir şey yok böyle bir dalga Türkiye’yi siyasi gerilime bağlı olarak sadece yalayıp geçmekte midir? Üzerinde düşünmeye değer bir sorun. Ne yadırgayalım, ne sakil resimlerden yola çıkıp bütünü kritik edelim. Sorulara cevap arayalım. Zira, toplumun bir kesimi öfkeliyle ve duygusallaşmışsa diğer kesimleri de huzur içinde değil, demektir.” *** Mustafa Karaalioğlu’nun sorusuna ‘siyasi cevap’ niteliğinde bir ‘değerlendirme’ bir hukuk profesörüne, Prof. Mithat Sancar’a ait. Mithat Sancar, ‘Hukuk Soslu Darbe Stratejisi’ başlıklı, yine üzerinde önemle durmaya değer yazısında şu satırlara yer veriyor: “Darbe girişimlerinin en yoğun noktaya ulaştığı 2003-2004’ten bu yana, hukuk ve yargı muhtelif biçimlerde bu amaç için devreye sokuldu. Oyunun öncelikli hedefi AKP’yi tasfiye ya da en azından terbiye etmekti. Bu çerçevede en önemli hamle, kapatma davasıydı. Hamle, kısmen başarılı oldu; tasfiye gerçekleşmedi, ama terbiye konusunda kayda değer mesafe alındı. Ayrıca oyunu nihaî hedefe vardırma çabalarında kullanılabilecek yeni imkânlar da üretildi. Esasen oyunun bu boyutu sona ermiş, yani tasfiye hedefi tamamen terk edilmiş de değil. O davanın arkasındaki güçler, şartların uygun olduğuna kanaat getirdiklerinde, bu yolu yeniden deneyeceklerdir. Ergenekon operasyonu, bu güçlere karşı bir hamle olarak okunabilir; ama bir kumar hilesi değil, zekice bir satranç hamlesi. Zira ortada çok ağır suçlara işaret eden çok ciddî şüpheler ve önemli deliller vardı. Hukukun inandırıcı kalabilmesi için, bu delillerin gereğini yapmaktan, yani operasyonu başlatmaktan başka seçenek yoktu. Bunun yerine, darbe tezgâhlayan güçlerle pazarlık yolu tercih edilseydi, işte o zaman kirli kumara ortak olunacaktı. Ergenekoncuların ve onların destekçilerinin, bir süredir hukuk üzerinden yeni bir hile kurguladıklarını gösteren çok sayıda gelişme yaşanıyor. Bu çevreler, soruşturma sürecinde yaşanan bazı ihlalleri öne çıkararak, Ergenekon davasının hukuki meşruiyetten yoksun olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Asıl amaçlarının, meseleyi bütünüyle biçimsel hukuk tartışmalarına hapsetmek, böylece özü unutturmak olduğu anlaşılıyor. Demek istiyorlar ki, ‘Ergenekon diye bir şey yok, darbe teşebbüsü falan hiç olmadı, her şey bir hukuk hilesi.’ Bu çevrelere bakarsanız, soruşturma sürecinde yaşanan ihlallerin sırf Ergenekon davasına özgü olduğunu, örneklerine bu ülkede daha önce hiç rastlanmadığını sanabilirsiniz. Elbette bu ihlallere karşı çıkmak lazım! Lakin soruşturma ve yargılama ihlalleri bakımından Türkiye’de durumun Ergenekon soruşturmasından önceye göre daha kötü olduğunu kimse kanıtlayamaz. Bunu iddia ve dahi ima edenlerin, ihlallere ayrımsız ve temeldeki zihniyeti de hedef alarak itiraz ettiğine inanmak mümkün değil. Bu stratejinin bir yüzünü de, AKP’nin hukuku kullanarak ‘sivil darbe’ yapmak istediği algısını yaymak oluşturuyor. Böylece kendilerini, hukuk dışı yollara sapmış despotluk heveslisi bir hükümete karşı, hukuk devletine sahip çıkan ‘çağdaş ve uygar güçler’ olarak göstermeyi hedefliyorlar. Türkiye’nin yakın tarihi hakkında azıcık bilgisi olan herkes, bu strateji ile 27 Mayıs darbesine giden yolu hazırlayan söylem ve yöntemler arasındaki benzerliği hemen fark eder. Cumhuriyet mitinglerinin yeni dalgasının da bu stratejiye uygun kurgulandığı anlaşılıyor. Geçen hafta yapılan Tandoğan mitinginde, hukuksuzluğa karşı mücadele temasının öne çıkarılması bunun önemli bir göstergesi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un gövde gösterisi şeklinde geçen basın toplantısında da demokrasi ve hukuk vurgusu dikkat çekiyordu. Bu da, bence hukuk soslu yeni iktidar stratejisinin önemli bir parçası. Bu parçalar birleştirildiğinde, darbe tezgâhında yeni yol haritası da epeyce belirginleşmiş olur. Bu haritanın koordinatları, 27 Mayıs’tan kopyalanmış gibi. Darbeciler, tıpkı o zaman olduğu gibi, yine hukukun ve demokrasinin savunucuları olarak sahne almaya çalışıyorlar. Bu yol, kentli orta sınıfları, aydınları ve sanatçıları daha çok ikna ve daha fazla seferber etmeye daha elverişli görünüyor. Kendini solcu olarak tanımlayan epeyce bir kesim için de, bu tezgâhta yer almak daha kolay meşrulaştırılabilir bir tavır oluyor...” Bu strateji, Ergenekoncuların ilk planlarından çok daha tehlikeli. Esasen Ergenekon yöntemlerinin bu stratejiden dışlanması da söz konusu değil. Bu karışımın, yeni bir dehşet dalgası yaratması ihtimali hiç az değil. Bu tehlikeyi savuşturmanın tek yolu, gerilimin en önemli kaynağı olan Kürt sorununda çözüm çabalarını yoğunlaştırmak, demokrasi hattını güçlendirmek, demokratikleşmeyi her alanda hızlandırmak ve derinleştirmek, hukuk devleti konusunda daha samimi ve daha tutarlı olmak. Aksi takdirde, demokrasi soslu bu yeni hukuk hilesi, yani bu kirli kumar, bu ülkenin başına çok büyük belalar açabilir.” Ve, yukarıdaki bu değerlendirmeleri okuduğum gün, Zaman gazetesinin manşetine gözüm takılıyor: ‘Emniyet Genel Müdürlüğü’nden Canlı Bomba Uyarısı: Provokatif eylemler olabilir’. Bir de alt-başlık, ‘Ankara, Kürt meselesiyle ilgili yeni açılımlar yapmaya hazırlanırken terör örgütü, süreci baltalamak için harekete geçti.’ Bu köşede dünkü yazımda ‘Quo Vadis?’ (Nereye?) diye başlık atmıştım. Türkiye’nin nereye gitmek ya da götürülmek istendiğini sorgulayarak. Soru ortada duruyor ama ‘nereden’ gittiğimiz galiba belli. Gayet kırılgan bir buz veya her an kopmaya uygun bir ince ip üzerinden gidiyoruz, nereye gidiyorsak... *** Yine dünkü yazıyı ‘iyimser’ bir notla noktalamıştım. ‘Dış konjonktürle buluşmayan ‘iç direniş’in hesaplarında başarı sağlaması mümkün değil. Ergenekon’un lehine bir ‘dış konjonktür’ yok. Aslında ‘iç konjonktür’ de yok. Güvenebilecekleri tek şey, siyasi iktidarın akıl almaz hatalar yaparak ellerine koz vermesi olabilir. Yoksa, yok’ satırlarıyla. Yukarıdaki uzun ve düşündürücü alıntılar bu görece ‘iyimser’ görüşümü değiştirmiş değil. Özellikle ‘dış konjonktür’ niye mi Ergenekon’un lehine değil? Cevabını yarın tartışalım...
<< Önceki Haber PROVOKASYON İHTİMALLERİ... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER