Bir anneler günü daha geride kaldı. Haber bültenleri, gazeteler
onlara hak ettikleri değeri veremediğimizin somut pişmanlıklarıyla
doluydu. Ajite müzikler eşliğinde yapılan dram haberleri bırakarak geçti gitti 2009’un da “
Anneler Günü”.
Sanırım ana olmanın payına hep kahır, hüzün ve beklemek düşüyordu. Bu yüzden sevinçten çok hüzün getiriyordu gün. Analar göz yaşlarıyla hatırlandı bir kere daha.
Ve anneler gününde yıllar önce okuduğum bir kitap geldi yine
aklıma.
Hekimoğlu İsmail’in Minyeli Abdullah’ı.
Evinde dini sohbetler ediyor diye, alıp götürüyorlardı Abdullah’ı
diktanın muhafızları. 1 gün, 2 gün, 3 gün derken aylar, belki de yıllar geçiyordu. Cunta Abdullah’ı düşman ilan etmişti ya, çevresindeki herkes çil yavrusu gibi dağılmıştı. Akrabalarından, eşinden, dostlarından hatta zamandan ve gençliğinden bile daha vefalı biri vardı geride.
Anası.
Evinin önünde bir kahır abidesi gibiydi
yaşlı kadın. Bekledi oğlunu.
Yıllarca her gün aynı yere oturup bekledi. Beklemekle geçirdiği her gün de yüzüne yeni bir çizgi olup oturdu. Esen yelden, uçan kuştan bile medet umar hale gelmişti ana. Ağzından çıkan her söz, okuyucunun içinde, bir
yanardağ patlatacak kadar özlem doluydu.
“Abdullah’ı gören yok mu?” “Oğlumdan haber yok mu?”
Minyeli Abdullah bir romandı. Lakin hayal değil. Ne analar vardı
içimizde Abdullah’ını özleyen. Elinde çocuğunun yıllar öncesine ait bir fotoğrafıyla kalakalmış. Öksüz bir çocuktan daha öksüz, yetimden daha yetim. Kolu kanadı kırık. Gülmeyi unutmuş. Anneler gününde bir
mezar taşına sarılıp ağlamayı vuslat gören şehit anaları. “Rüyamda bir kerecik yüzünü göreyim” diye dua dua yalvaran eli öpülesi binlerce ana.
Ne analar vardı, evlatlarının mezar taşına sarılmanın bahtiyarlığına bile sahip olmayan. Onlarca yıldır her çıtırtıda, yüreği pır pır eden, her
ocak başına geçtiğinde çocuğunun sevdiği yemeği pişiren, ama tek lokması boğazından geçmeyen.
Daha dün gibi hatırladılar bir kere daha, tıpkı o romandaki gibi,
kapılarının çalınışını. Kendilerin
e devlet süsü vermiş kişilerin, türlü sebeplerle Abdullahları alıp götürüşünü.
Anneler gününde daha bir
ümitle dinlediler belki rüzgarı, havayı, dışarıdan gelen ayak seslerini. Anneler gününde daha çok acıdı yürekleri. Daha çok kırıldı ümit. Ve ümitsizce sordular yine:
“Abdullah’ımı gören yok mu?”.
Binlerce şehit anası, binlerce kayıp anası bir kere daha baktılar
Silivri’ye doğru. Evladının kanı üzerinden
iktidar hesabı yapanlara,
ölüm çukuru mimarlarına, yargısız infazcılara beddualar döküldü dudaklardan…
Henüz şehitlerin hesabı sorulmadığından gülmedi yüzler, kayıpların hangi ihanetlerin susturulmuş şahitleri olduğu bulunmadığından sevinç getirmedi 10
Mayıs. Binlerce evin önünde Abdullah’ı için ağlayan birer kahır abidesi ana vardı yine. Belki de güzel ülkemizde bu yüzden Anneler Günü hüzünlü geçti yine.