Ya da yazı erbabı ‘durumdan vazife çıkararak’ kendiliğinden yeni
bakanlardan biri hakkında görüş kaleme alıyorlar.
Bana kimse
Hazine veya
Milli Eğitim,
Ulaştırma vs. gibi bakanlara ilişkin görüşlerimi merak edip sormadı. Yeni
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu’na ilişkin sorulara ise muhatap oldum.
Önceden, Davutoğlu’nun bakanlığının -parlamento dışından tek bakan olmasına rağmen- bende hiçbir
sürpriz etkiyi yaratmadığını belirtmeliyim. Hatta,
kabine değişikiği spekülasyonları yapıldığı sıralarda, kim nereye geliyor soruları ortaya atılığı
vakit, ‘Davutoğlu’nun
Dışişleri Bakanı olmasının beklenmesi gerektiğini ve bunun
doğal olacağını’ yakın çevremde söylemiştim.
Ahmet Davutoğlu,
AK Parti iktidarı döneminde dış
politikada o kadar sivrilen bir isim oldu ki,
Abdullah Gül ile
Tayyip Erdoğan üzerinde, her ikisine yönelik olarak ‘tek etkili şahsiyet’ olduğu biliniyordu.
Davutoğlu’nun ‘yüksek profili’ bende hep
Amerika’da Nixon döneminde Dışişleri Bakanı William Rogers ile
Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Henry Kissinger arasındaki durumu hatırlattı. Sonunda William Rogers yerini Kissinger’e bıraktı. O gün bugündür Rusk’ı pek hatırlayan yok ama Kissinger görüntüsü hiç silinmedi.
Dolayısıyla, Ahmet Davutoğu’nun eninde sonunda Dışişleri Bakanı olması gerekiyordu ve oldu.
***
Henry Kissinger ile Ahmet Davutoğlu arasında illa bir benzetme yapılacak ise, her ikisinin de akademiyadan gelmiş oldukları ve yine her ikisinin ‘strateji’ye düşkünlükleri söylenebilir.
Bu bakımdan, Ahmet Davutoğlu,
Türkiye geleneğinde Prof. Fuat Köprülü istisna edilirse ki, onun alanı uluslararası ilişkiler değildi- hiç raslanmadık bir Dışişleri Bakanı
tipi.
O nedenle, dünkü
Radikal’de
Deniz Zeyrek’in ‘bugüne dek perde arkasından yönlendirmenin dayanılmaz hafifliğini yaşamış bir ismi, karar vermenin kurşuni ağırlığını yaşamadan değerlendirmek olmaz’ hükmünün üzerinde durmak gerekebilir.
Bununla birlikte, Davutoğlu’nun
kariyer diplomatların çok büyük bölümünde görülmeyen, bugüne dek ortaya koyduğu sorun çözmeye ilişkin yaratıcı yönü düşünülürse, başarılı bir Dışişleri Bakanı olabileceğini düşünmek için yeterli gerekçe bulunur.
Gerçekten Ahmet Davutoğlu, son yıllarda Erdoğan hükümetlerinin
dış politika başarı hanesine yazılacak ne varsa, ne olduysa bunların altına imzasını atmış olan kişidir. Üstelik, bunu pek ‘görünmez bir işlev’ ile yapmıştır. Sonuçları çok görünür olan ve uluslararası sahnede yankılanan birçok işi sessiz sedasız başarmıştır.
Bakan kimliği ve sıfatı ile aynı tür sonuçlar elde edebileceğini bekleyip görmek gerekecektir, ama başarılı olabileceğine ilişkin ipuçları aksini düşünmenin çok üzerine çıkıyor.
Davutoğlu’nun başarı sicili daha ziyade
Ortadoğu’daki performansına ilişkin olduğu için onun kumandasındaki Türk dış politikası için dün ‘İstikâmet Ortadoğu’ gibisinden başlıklar basında yer aldı. Bu gözlemden yola çıkılarak ‘zaten sorunlu olan
AB sürecinin olumsuz etkilenebileceği’ şeklinde görüşlere yer verildi.
Ben, Ahmet Davutoğlu’nu bugünkü ününe sahip olmadığı dönemlerde bilirim. Birkaç panel ve televizyon programında birlikte yer almıştık ve görüşlerimiz birçok noktada uyuşmuş ve kesişmişti.
Son bir yıl içinde biri
Avusturya’da, diğeri
Washington’da Brookings Institution’da iki kez aynı panelde bulunduk.
Viyana’daki Kreisky Center’daki panelde ‘Türkiye,
Avrupa’da Avrupalı, Ortadoğu’da Ortadoğu’lu,
Kafkasya’da Kafkasya’lı olabilir’ tezini Türkiye’nin özgün kimliği ve ‘
Osmanlı geçmişi’nden yola çıkarak inandırıcı biçimde ortaya koyduğuna
tanık oldum.
Yani?
Yani, Ahmet Davutoğlu’nun Ortadoğu’daki etkili performansının ‘İstikâmet Ortadoğu-AB süreci olumsuz etkilenebilir’ şeklinde bir denklemi haklı çıkaracak nitelikte olduğunu düşünmek doğru olmayabilir.
Bununla birlikte, Ahmet Davutoğlu’nun Ortadoğu’ya özel bir ağırlık vermesi de beklenmelidir ama bu, öyle olması gereken
bir husustur. Zira, Ortadoğu, dünyanın en sorunlu bölgesi olduğu gibi, Türkiye’nin de en fazla elle tutulur sonuç elde ederek, uluslararası sistemde ağırlık koyabileceği bir alandır.
Dahası, Ortadoğu, Türkiye-Amerika ilişkilerinin Obama döneminde belkemiğini oluşturacak ve Türkiye-Amerika ilişkilerini sağlam kazığa bağlayacak bir numaralı alandır.
Bu alanda Davutoğlu’nun ‘know-how’ını Türkiye için bir ‘artı’ olarak kaydetmek de isabet vardır.
***
Ahmet Davutoğlu, bir ‘stratejist’ olarak isim yapmış olmakla birlikte, kafasındaki ‘strateji’nin ne sonuç alabileceği henüz belli değildir. Bence, Ahmet Davutoğlu’nun asıl önemli ve değerli yanı ‘iyi bir taktisyen’ olmasında. Kendisi bunun ne kadar farkında bilemem ama Ortadoğu’daki ‘taktik hamleleri’ Türk diplomasisinin
kazanç hanesine yazılmıştır.
‘Taktik’ söz konusu olunca, hata yapılması pek mümkündür. Yıkıcı olan ‘strateji hatası’dır; taktik hatalar düzeltilebilir cinstendir.
Davutoğlu, Ortadoğu’da taktik hatalar yapmıştır. Bunları: 1) Şartlar; 2) Kendisi düzeltmiştir.
Irak’ta savaş öncesi ve sonrasında yapılan bir dizi taktik hata, şartlara Türkiye’nin tedricen adapte olması ve Davutoğlu’nun sessiz sedasız düzeltmesi sayesinde bir ‘hatalar silsilesi’ olarak gözükmemiş, tersine, Türkiye’nin Ortadoğu’da doğru bir politika izlemesi gibi kamuoyuna yansımıştır.
Bunların neler olduğu ayrı bir yazı konusu.
Ancak, Davutoğlu’nun formüle ettiği ‘komşularla sıfır sorun’ politikası doğru bir politika olmuş ve Türkiye’nin Ortadoğu’ya ilişkin ‘soft power’ yaklaşımı Türkiye’nin bölgede ve giderek uluslararası alanda etkisinin ve öneminin artmasını sağlamıştır.
Sonuç olarak, Dışişleri teşkilatı bakımından Davutoğlu’nun ‘idareci’ yanının nasıl olacağını ve buradaki başarı veya başarısızlık hanesinin nasıl dolacağını henüz bilebilmemiz imkânsızdır.
‘Siyaset üreticisi’ olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun başarılı performansına ilişkin kendi payıma pek kuşku duymuyorum.
Bu vesile ile yeni Dışişleri Bakanı’na başarılar diliyorum.