‘Dolayısıyla
Türkiye ile ilişkiler Başkan Obama’nın
Ankara’dan ayrılmasından sonra uzun süre pür dikkat gerektiriyor. Yaklaşık 80 milyonluk çoğunluğu
Müslüman, stratejik konumdaki laik bir
demokrasi olarak Türkiye, NATO,
OECD, G-20, BM
Güvenlik Konseyi,
İslam Konferansı Örgütü üyesi ve
Avrupa Birliği’nin
aday üyesidir. Türkiye, kendisine harcanacak zamanı ve çabayı hak ediyor. Bunu çok
erken kavramış olmak Başkan Obama’nın hanesine yazılmalıdır.’
Yazı böyle bitiyor.
Bir önceki paragraf ise şöyle:
“AKP hükümetinin ‘İslami’ doğrultusuna gelirsek, Erdoğan ve arkadaşlarının dünyaya
dindar Müslümanların gözlerinden baktıkları doğrudur. Fakat bu liderlerimizin ortak bir zemin bulamayacağı, ya da saygılı, açık yürekli görüşmeler yapamayacakları anlamına gelmez. Türk hükümetiyle yakın ilişki kurmamak Türk ve
Amerikan politikalarının birbirlerinden uzaklaşmasından başka sonuç vermez.”
Yazının giriş bölümü ise şu şekilde:
“Son birkaç yıl Amerika’nın
Türkiye Cumhuriyeti ile ortaklığı bakımından zor geçti. Bazı Amerikalılar
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ı ve yönetimdeki
AK Parti’sini suçluyorlar Erdoğan ve eski İslamcı arkadaşlarının düzenli olarak Türkiye’yi Batı yörüngesinden çıkarıp, Müslüman bir yöne doğru ittiğini iddia ediyorlar.
Bu eleştirmenler Başkan Obama’nın ilk denizaşırı gezisine Ankara’yı dahil etmesinden muhtemelen memnun kalmadılar. Canalıcı noktayı kaçırıyorlar.”
Bu yazı, Amerika’nın tanınmış haftalık dergilerinden U.S.
World&News Report’un son sayısında yayınlandı. Yazarları önemli.
Sandy Berger ile Mark Parris.
Sandy Berger, Demokrat
Clinton yönetiminin ikinci döneminde, 1997 ile 2001 yılları arasında ‘
Ulusal Güvenlik Başdanışmanı’ idi, Mark Parris ise aynı dönemde ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve konu Türkiye olunca,
Washington’da
kulak verilen isimlerden biri.
Ortak imzalı yazılarının başlığı ‘Gezisi Gösteriyor ki, Obama, Türkiye’nin Etkisini ve Değerini Anladı’.
Bunu anlamayanlar ve hatta karşı çıkanlar, ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de de var. Dahası,
Avrupa Birliği’ndeki Türkiye karşıtı siyasetçilerin de ‘
manzara’dan pek hoşlandıkları söylenemez.
***
Amerika’da Obama ile başlayan Türkiye’yle ‘özel yakınlaşma’ya şiddetli karşı olanların bulunduğunu
Amerikan basınına düşen yazılardan, bazı toplantılarda söylenen sözlerden biliyoruz. Aylardır bunları izliyoruz.
Kim mi bunlar?
Obama’nın Başkan seçilmesine en kesin biçimde karşı olanlar. Cumhuriyetçilerin en katı
İsrail yanlısı unsurları. Cumhuriyetçilerin içinde Türkiye ile yakınlaşmaya hiç itirazı olmayanlar elbette mevcut. Hatta, Cumhuriyetçi
başkan adayı John McCain seçilmiş olsaydı, Türkiye ile Obama türünde olmasa bile, bir yakınlık ortaya koyacaktı.
Dolayısıyla, ‘sorun’ Cumhuriyetçilerden değil, onların en ateşli İsrail yandaşı bölümünden kaynaklanıyor. Bunları ‘neo-con’lar diye kestirip atmak kolaya kaçmak olur. ‘Neo-con’ların bir bölümü onlar. Ve bunlar özellikle
Davos’tan sonra Tayyip Erdoğan hakkında atıp tutmaya başlayanlar.
Bunların aralarında her vesileyle Amerikan basınında boy gösterip Tayyip Erdoğan’ın ve AK Parti’nin ‘Türkiye’yi Batı’dan kopartmakta olduğunu’ yazarak, Obama yönetimine ‘şikâyet’te bulunan kimi Türkiye vatandaşları da var.
Bunların Türk medyasında izdüşümleri de mevcut. Şöyle son bir-iki ayın arşivlerini karıştırırsanız, Amerikan basınındaki her ‘şikâyet yazısı’nı sayfalarına, köşelerine kim taşımış ise ve bu iddiayı sürekli kim dile getirmişse, ABD’nin en ateşli İsrail yandaşlarının ‘Türkiye’deki müttefikleri’ni de bulursunuz.
Böyle bir Türkiye ve Türkiye fotoğrafının, başta Nicolas
Sarkozy, belli ölçülerde
Angela Merkel, bir dizi AB siyasetçisini de dehşetli memnun ettiğine kuşku yok.
Ama Obama’nın Türkiye ziyareti ve sonuçları, bu denizaşırı-Avrupalı-yerel koalisyonun hesaplarını yerle bir etti. Bu ziyaret ve ziyaret sırasında söylenenler, aynı zamanda İsrail’deki
Netanyahu-
Lieberman koalisyonunun canını sıkmış olmalı.
***
Obama’yı doğru okumak ve algılamakta yarar var. İşbaşına gelir gelmez ilk yaptığı işlerden biri, koyu İsrail yandaşı lobinin hesaplarının tam aksine,
Lübnan kökenli bir Katolik olan George Mitchell’i ‘Orta
doğu Özel Temsilcisi’ olarak ataması oldu.
George Mitchell, derhal kolları sıvadı ve Türkiye’yi de içine alacak şekilde iki kez bölgeye geldi.
Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton da bölgeye geldi ve Türkiye’yi de yönetimin ilk iki ayı içinde ve
Ortadoğu’dan değil Avrupa’dan gelerek ziyaret eden ilk Amerikan
Dışişleri Bakanı oldu.
Obama’nın kendisi ise, başkanlığının 77. gününde ilk ikili temasını yapmak üzere Türkiye’de idi.
Türkiye’ye ayak basmadan AB Zirvesi’nde Türkiye’nin tam üyeliğinden yana olduğunu söyledi. Sarkozy’nin cevabını işitti ve Ankara’da
TBMM kürsüsünde ‘kuvvetle desteklediğini’ ilan etti. Yetmedi,
İstanbul’da öğrencilerle söyleşisinde “Sarkozy’nin dostu olduğunu, görüş ayrılıkları bulunabileceğini, insanların zamanla görüş değiştirebileceğini” söyleyerek, Türkiye’nin
AB üyeliği konusunda kendisinin görüş değiştirmeyeceğini, Sarkozy’nin görüşlerini değiştirmesi gerektiğini lisan-ı münasiple ilan etti.
Filistin sorununa ilişkin İsrail’in yeni Dışişleri Bakanı
Avigdor Lieberman’a da Türkiye’den
cevap vermekte gecikmedi ve hem ‘iki-devlet çözümü’nden yana olduğunu, hem de ‘
yol haritası’ ile ‘Annapolis’in geçerliliği’ni vurguladı. Ayrıca, Türkiye’nin bu alandaki katkısından yana olduğunu da ifade etti.
Çok uzun yıllardır ilk kez bir Amerikan yönetimi ile İsrail arasında makasın açılmakta olduğunu gözlemliyebiliyoruz.
Ve, ilk kez, bir Amerikan yönetiminin ‘küresel stratejisi’nde Türkiye’nin ‘çok özel bir yer’e yerleştirildiğini görmekteyiz.
Obama, Türkiye’yi Batı
ittifak sistemi ve kurumları içinde bir Ortadoğulu
ülke olarak değil, ‘Batı’nın Orta doğu ve daha geniş alanda etkili bir ülkesi’ olarak algılıyor.
Yepyeni bir dönemin ve süreçlerin eşiğindeyiz.
Kullanma süresi
dolmuş görüşler ve tahlillerin çöpe atılmasının zamanıdır...