İspanya’nın
Ankara Büyükelçisi Joan Clos,
kariyer diplomatı değil. Siyasetçi ve esaslı bir entelektüel. Birkaç ay önce
Türkiye’ye
büyükelçi olarak atanmadan önce
Barcelona
Belediye Başkanı imiş. Katalunya’nın ‘başkenti’nin belediye başkanı olmak, başlı başına bir siyasi kimlik zaten.
Ancak Joan Clos’un bir başka siyasi sıfatı daha var.
Zapatero’nun ilk dönem sosyalist hükümetinin
sanayi bakanı. İspanya, Türkiye’deki temsilini bu niteliklerde bir şahsiyete vermekle, Türkiye’ye verdiğini önemi de ortaya koymuş oluyor.
Büyükelçi Joan Clos da büyük gayret göstererek iki ülkenin birbirlerini daha yakından tanımasına çalışıyor. Belli etmediği bir derdi var. Ay sonu, üst düzeyde ve görülmemiş yoğunlukta bir Türkiye-İspanya Zirve Haftası’nı başlatacak ama bu önemli gelişme,
Barack Obama’nın Türkiye’ye yapacağı ziyaretin gölgesi altında kalma tehlikesi taşıyor.
BM Genel Sekreteri’nin girişimiyle oluşturulmuş olan ve Türkiye ile İspanya’nın ellerine bırakılan ‘Medeniyetler İttifakı’ ikinci zirve toplantısını 7
Nisan’da
Tayyip Erdoğan-Zapatero ikilisinin huzurlarında, BM Genel Sekreteri Ban ki-Moon’un katılımıyla yapacak. Obama da o gün
İstanbul’da olacak!
Joan Clos, hafta içinde İspanya Büyükelçiliği’nin İstanbul Büyükdere’deki tarihi konutunda bizlerle sohbet ederken, önümüzdeki günlerdeki Türkiye-İspanya arasında her alanda gerçekleşecek yoğun trafiğe ilgimizi davet ederken, İspanya’nın yakın tarihçesini de anlattı.
İspanya’nın Türkiye’deki
siyaset adamı büyükelçisine göre, Türkiye’nin İspanya’nın yakın tarihinden kendisi için çıkaracağı çok önemli dersler söz konusu. Joan Clos, özellikle
Franco’nun ölümüyle noktalanan 37 yıllık faşist dönemin ardından 1975-1981 arasındaki ‘geçiş dönemi’nin İspanya için ‘tarihi ve belirleyici önemi’ne dikkatini çekiyor.
“Zor ve sancılı bir dönemdi, fakat o dönem anlaşılmadan ve öğrenilmeden İspanya’nın bugün geldiği nokta da anlaşılamaz.”
İspanya, bugün gerçekten
parmak ısırtacak bir durumda.
Özgürlükler açısından,
siyasi istikrar açısından,
ekonomik refah açısından, iç birlik ve bütünlük açısından.
1975-1981 arasında en önemli istasyonları Komünist Partisi’nin serbest bırakılması, 1978 federal ve demokratik anayasanın kabulü olarak sıralayan Joan Clos, ‘geçiş dönemi’nin son erişini, Yarbay Tejero’nun İspanya Parlamentosu Cortes’i basarak giriştiği askeri
darbenin çöküşü olarak kaydediyor.
Askeri darbe girişiminin tutmaması, sadece yeni siyaset sınıfının karşı koyması ile değil, toplumun desteğini alamamasıyla mümkün olabilmiş.
Tejero darbe girişiminin iflası, ‘geçiş dönemi’nin de sonu. Yani?
Yani, artık İspanya geri dönülmez biçimde demokrasiye geçmiş sayılmış.
***
Biz Türkiye’de şu anda ‘geçiş dönemi’ndeyiz. Her ülkenin şartları farklı. Bizdeki ‘geçiş dönemi’nin en mühim istasyonu, herhalde,
Ergenekon soruşturması ve bu soruşturmayla
general,
amiral ve onların danışmanı ya da arzuhalcisi gazeteciler tarafından tutulmuş ‘darbe günlükleri’nin ortaya saçılmasıdır.
İspanya’da nasıl bir grup general tarafından desteklenen ve meczup görüntüsü veren Tejero, Cortes’i basıp parlamenterleri rehin aldıktan sonra teslim olduğunda ülkede bir dönem kapandıysa, ‘darbe muhabbetleri’ ile görev sürelerini tamamlayan orgenerallerin cezaevine gönderildikleri an ve yargı önünde
sanık konumuna düştükleri süreç, Türkiye’de de bir dönemi kapatmıştır.
Bunu anlamakta zorlananlara özellikle medya çevresinde rastlanıyor.
Bu anlayış kıtlığı, ‘
Balbay Günlükleri’ni ‘gazetecilik çalışması’ gibi gösterme gayretlerinden belli oluyor.
Türkiye’nin bazı pek ünlü televizyon ve yazılı basın şahsiyetleri, kendi meslek çevrelerinin ve daha da önemlisi toplumun, kamuoyunun zekâ düzeyine
hakaret ediyorlar.
Toplumu
eşek yerine koyuyor veya andavallı muamelesi yapıyorlar. ‘Balbay Günlükleri’ni
savunma tarzlarının başka bir izahı yok.
Zaten o ‘günlükler’de darbe heveslisi generallerin de topluma söz konusu medya mensupları gibi yaklaştıkları görülüyor. Neticede avuçlarını yaladılar.
Medyadaki uzantılarının ve yandaşlarının istikbali de pek parlak olamaz.
Kılavuzu medyadaki kargalar olan darbe heveslisi paşaların ne hale geldiğini görüyoruz. Kılavuzlarının istikbali onlarınkinden niçin daha iyi olsun?
***
Daha önceki ‘
Darbe Günlükleri’nin sağlaması niteliğindeki ‘Balbay Günlükleri’nin işaret ettiği çok ama çok önemli ve nedense şimdiye dek hak ettiği ölçüde dikkat edilmemiş olan- bir gerçek var: Türkiye’deki
darbeci generallerin çapsızlığı, beceriksizliği ve korkaklığı.
İspanya’da Yarbay Tejero, sonuç alamasa da, hiç değilse eline silahı alıp darbeye teşebbüs etti. Bizimkilerin ‘Günlükler’e yansıyan aralarındaki konuşmalar, çapsızlıkları, cesaretsizlikleri ve korkaklıklarını sergiliyor.
Bunlar sadece sıfatlarından, apoletlerinden ve silaha kumanda ediyor görüntülerinden güç alarak, karargâhlarında görevi kötüye kullanıp, ‘andıç’ gibi kumpaslarla iş tutmuşlar.
22
Şubat ve 21
Mayıs gibi 1960’ların darbe girişimlerinin kahramanı
emekli albay
Talat Aydemir daha askerdi.
Hiç değilse, darbeye girişti. Yaptığı kötüydü ama cesaret etti. Üstelik üniforması çıkmışken bile.
Bunlar dört yıldızlarıyla oturmuşlar makam odalarında, sarı basın kartı taşıyan akıldaneleriyle hamam dedikodusuyla
vakit geçirmişler.
Yazıklar olsun.
Yıllar sonra
adalet yakalarına yapışınca hepsi hastalandı. Hepsi askeri hastanelerden
Sağlık Bakanlığı’nın verilmesinde
usulsüzlük gördüğü raporların peşine düştüler.
Sapır sapır döküldüler.
Bundan sonrası tekrar mı tutuklanırlar, mahkûm mu olurlar,
beraat mi ederler; hiçbirinin pek önemi kalmadı.
Çünkü bunların çapsızlıkları, yeteneksizlikleri, cesaretsizliklerinin ortaya dökülmesi sayesinde Türkiye’de niye darbe yapılamadığını öğreniyor ve ‘askeri darbeler dönemi’nin muhtemelen kapanmış olduğuna hükmediyoruz.
Ergenekon soruşturması sayesinde!