Sayın Bekir
Coşkun bir “çatışma” listesi hazırlamış. Okuyunca “hayat bir çatışmadan ve mücadeleden ibarettir ” mesajını hemen algılıyorsunuz. “Ben” ve “öteki” mantığının ürünü bir yazı. “Biz ve Bizim” kavramları nedense sayın yazarın lügatinde hiç yer almamış.
Anadolu’da bir mekâna giren kişi önce “
selam” verir, yerine oturduktan sonra herkes ona bıktırırcasına “merhaba” der.Misafir kişi de elini kalbine koyarak hiç üşenmeden bütün “merhaba”lara mukabele eder. Selam ile Merhaba birlikte yaşar bizim topraklarda.
Her “cemaat” ,“ cemiyetin” bir parçası olduğunun farkındadır ve toplumun bütün dertleriyle ilgilidir. Fakirler, yetimler ve kimsesizlerin cemiyet hayatına hazırlanmalarında cemaatlerin (camiler,
cemevleri, dergâhlar) rolleri görmezden gelinemez. Bir çatışma değil birlikte iş yapma gayreti vardır.
“Hz. İbrahim ümmeti olmak, Hz.
Muhammed (S.A.V) ümmeti olmak”
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaya mani değildir. Hangi
Müslüman vatandaşlık görevini
ihmal etmiştir?
Asker gitmek,
vergi vermek, THK’ya
kurban bağışlamak v.s. O’na ümmet olmak demek devletine milletine sahip çıkmak demektir.
Küçük “cihat” diye bilinen en kanlı savaşlarda bile ağaçlara, çocuk kadınlara ve ihtiyarlara, elinde
silah olmayanlara hoşgörü gösteren başka
inanç var mıdır?
Büyük “cihad” olan nefsine karşı hoşgörüsüzlük ise bir erdemdir. Çünkü inandığımız bir ilkemiz var. Başkasının ayıbını ört ama kendi ayıbını-en
küçük bir ayıp bile olsa- ihmal etme
tevbe et. Bu “çatışma” değil “cihat” içinde bile anlayışlı olmayı öğreten bir manzumdur.
Benim penceremden bakınca “toka” ile “
türban” çatışmaz. Bu, “Tokanın” üstüne “başörtüsü” takabilme özgüvenidir. Ayrıca “rakı” sofrasında “
şerbet” isteyebilme cesarettir.
Cenaze evinde ise rakı istememe nezakettir. İnsanların kendi ülkelerinde kendilerini özgür hissetmeleridir.
“
Sevgi” ile “korku” çatışmaya sebep değildir. Belki başkasının hukukuna
tecavüz etme korkusuyla, bütün insanlığı sevmek, hatta bütün kâinatı sevmektir. Bir mümin ancak
Allah’tan korkar. Bunun için elinden, dilinden ve belinden herkesin emin olmasını ister. Müslüman sevgi ve korkunun iç içe yaşadığı bir dengede yaşar (havf-reca dengesi).
“Doktora” giden, “reçete” yazdırıp kullandıktan sonra “şifayı” Allah’tan beklemek bir çatışma mıdır? “Duanın” gücünü bilmez misiniz? Sebeplere güç veren Zat’ın, sebeplerin de yaratıcısı olduğunu bilmek “dua etmek” veya “dua istemek” neden bir çatışma olsun ki? Sadece “muska yazıp, üfürükçülük yapan” din istismarcılarını, Allah’a ve kanunlara
havale ediyorum.
"Mest" ile "mokasen"i zorla çatışmaya sokmak, "Klozet" ile "ayaktaşı"nı yarıştırmak, "Külah" ile "
şapka"yı mukayese etmek, illa birini ötekileştirmek, bu eşyayı kullananları birbirine –adeta- gammazlamak bir aydına yakışır mı?
İlk meclis açılış fotoğraflarına bakarsanız göreceksiniz ki, "Cüppe" ile "
ceket" yan yanadır. Hala da öyledir.
Cenaze ziyaretlerinde,
düğün ve derneklerde "Gülyağı" ile "
kolonya" aynı tepsi içinde ikram edilir, “lahmacunla” “
pizza” yan yana gelir. “Gazoz” ve “şerbetin”, bir birine ölümüne
rekabet ettiği bir yer var mı Türkiye’de? Biz bu ülkede yaşamıyor muyuz?
“Flört”ü adayların birbirini tanıması, “görücü usulü”nü de
ailelerin birbirini tanıması olarak anlamlandırmak neden bir çatışma olsun. İnsan, sadece bir eş seçmez, onun ailesini de seçer. Gelin-kaynana,
damat- kaynana çatışmaları dikkate alınırsa, ailelerin tanışmasının ne denli önemli olduğu ortaya çıkar.
Kavak yellerine teslim iki gencin, duygularına yenik düşüp evlenmelerinin ardından ortaya çıkan enkazı kim toplayacak? Aile devletin temel taşı ise dikkatli kurulmalıdır ve herkes buna yardımcı olmalıdır.
Hele “aşk”la başlayan ama “muhabbet”e dönüşmeyen “sevgi ve saygı” temellerine oturmayan evlilikler ne kadar uzun vadeli olabilir.
"Doğu" ile "Batı" istersek çatışabilir. Ama bugün,
doğunun irfan yüklü kütüphaneleri ile
batının ilim yüklü bilgisayarlarını yan yana görmeyi istemek suç olamaz.
“Vahy”in ışığında “
akıl”ın keşfettiği değerleri, “hurafe”lerden arındırarak,
ilahi “emir”ler doğrultusunda, köylerimizi
kent kültürüyle bezemek, kentlerimize köyün sadeliğini ve doğallığını taşımak neden bir çatışma olsun.
Kur’an onlarca kez insanı
hedef alarak “neden hiç düşünmüyorsunuz, fikretmiyorsunuz”? diye ikazda bulunuyor, ama aynı anda “kalpler ancak Allah’ı zikretmekle tatmin olur” beyanıyla da “fikr”in ve “zikr”in atbaşı yürümesini istiyor. Bu ikazları alan bir mümin nasıl olur da bu kavramlar arasında bir çatışma yaşayabilir?
“Oku” ilahi emriyle başlayan
okuma süreci, bütün bir Kâinatı “anlamaya”, derinliğine “bakarak” Allahın İsimlerinin cilvelerini “görmeye” davet etmiyor mu?
Türkiye bir çatışmanın veya bir
kavganın ortasında filan da değildir. İlla da bir çatışmadan sözedilecek ise aslında bu kavga ne "Dün" ile "yarın"ın ne de "Geçmiş" ile "gelecek"in kavgasıdır.
Coşkun’un yazısında bir tek katılacağım cümle var. Bu çatışma "aydınlık" ile "karanlığın" çatışmasıdır..
Pek doğru bir tespit.
Bu, Peygamber soylular ile İblis neseplilerin çatışmasıdır. Bu, Habil ile
Kabil’in, Nemrut ile İbrahim’in,
Firavun ile Musa’nın, Zalim ile mazlumun, çatışmasıdır.Herkes yerini biliyordur eminim.