GAZZE'DE KAN BANYOSU

İsrail'in Gazze saldırısı cumartesi gününden beri sürüyor ve Ortadoğu yeni yıla yine kan banyosu içinde giriyor.


İlk iki günün bilançosu 350 dolayında ölü, 1420 yaralı. Bu "kanlı fatura"nın 360 kilometrekarelik ve 1.5 milyon insanın yaşadığı bir alanda çıkarıldığı düşünülecek olursa bu, örneğin iki gün içinde Türkiye'de yaklaşık 15 bin kişinin ölümü ve 70 bin kişinin yaralanması demek. Mala gelen yıkımla birlikte düşünün; müthiş bir vahşet tablosu. Hamas'ın 19 Aralık'ta süresi dolan altı aylık ateşkesi uzatmaması ve Gazze civarındaki başta Siderot-İsrail yerleşim merkezlerini günde 80'e tırmanan füzelerle dövmeye başlaması üzerine İsrail'in büyük çaplı bir askeri harekâta girişeceğinin sinyalleri alınmıştı. Eli kulağında İsrail'in Gazze saldırısı bekleniyordu. Ancak ortaya çıkan tablo, "orantısız güç kullanımı" gibisinden siyasi terminolojinin "şık" addedilen nitelemelerini bile anlamsız kılacak cinsten İsrail patentli bir vahşi tepkidir. Dünya ayağa kalkmadan, İsrail'i yerine oturtmak mümkün değildir. Dünya dendiğinde ise İsrail'in gözlerini ve kulaklarını çevirdiği genellikle Washington'dır. İsrail'de bu saldırı kararını alanlar ve uygulayanların George W.Bush'un "yeşil ışık" yakması konusunda hiçbir tereddütleri yok. Yeni Başkan Barack Obama'nın "sessizliği"ni koruması ise İsrail'in eylemine bir süre daha devam garantisi sağlıyor. En önemlisi, başta Almanya, genellikle Avrupalıların ortaya çıkan durumun sorumlusu olarak ateşkesi bozan Hamas'ı görmeleri. ABD desteğini arkasına alan ve tam da bu noktada AB çevrelerine "güvensiz" olan İsrail, bu kez elini kolunu daha da rahat hissediyor. Dahası ve bundan da önemlisi, Sünni Arap dünyasının en önde gelen iki ülkesinin Mısır ve Suudi Arabistan'ın, açıkça ilan etmeseler bile, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısı sonucunda Hamas'ın zayıflamasından medet ummaları. İsrail'e, pervasızlığına sınır tanımamakta, bundan daha fazla imkân sunulamaz. Mısır ve Suudi Arabistan, Hamas'ı "İran'ın müttefiki" ve "bölgede İran nüfuzunu yayacak bir araç" olarak görüyorlar. Ortadoğu'da İran nüfuzunun yayılması, Mısır ve Suudi Arabistan için "ölümcül" sonuçların doğması demek. Mısır, Hamas ile Fetih arasında kendi gözetiminde geçen ay yürütülen uzlaşma görüşmelerinin başarısızlığından Hamas'ı sorumlu tutuyor. Suudi Arabistan ise 2006'da iki ana Filistin örgütü arasında varılan "Mekke uzlaşması"nın çökertilmesinde sorumluluğu yine Hamas'a yüklüyor. İsrail'in Haaretz gazetesinin tanınmış yazarı Zvi Barel, dün, iki önemli Arap devletinin isteksizliği nedeniyle toplanması çok zor olan bir olağanüstü Arap zirvesinin oluşturduğu boşluğun "Filistinlilere yönelik Arap dayanışmasının Hamas önderliği altında çöküşü"ne işaret ettiğini yazıyordu. Doğru bir değerlendirme. İsrail'in insanım diyenin yüreğini parçalayacak, her türlü infiali meşru kılacak vahşeti bir yana, Hamas önderliğinin Filistin halkını güçlendirici bir rol oynamadığı da bir olgu. Nitekim, Afganistan'dan seslenen Taliban, "Tüm dünya Müslümanlarını İsrail'e karşı birleşmeye ve mücadeleye" çağırdı. Bu çağrı, Filistin mücadelesini Hamas odağında bir "Müslüman dayanışması" zeminine indirgeyerek "medeniyetler çatışması" çerçevesi içine sokacak cinsten. Ama aynı zamanda, Filistin halkını daha yalnızlaştıracak ve çilesini daha da çekilmez duruma itecek cinsten. Aslında, İsrail'in bu kanlı saldırganlığının ardında Yahudi devletinin kendisini bir türlü sıyıramadığı "ırkçı-sömürgeci" bakış açısı ve ruh haleti elbette var. Dolayısıyla İsrail'in "orantısız güç kullanımı" bir siyasi-askeri rasyonelden ziyade "medeniyetler çatışması" ile açıklanabilecek bir davranış kalıbıyla daha fazla ilişkili. Nitekim, İsrail'in "resmi tarih" zihniyetine karşı "revizyonist tarihçileri"nin önde gelenlerinden biri olan Tom Segev, Gazze saldırısını şu çarpıcı gözlem ve satırlarla değerlendiriyor: "İsrail, Filistinlileri ‘onlara bir ders öğretmek' için vuruyor. Siyonist yapının doğumundan beri kendisine eşlik eden temel varsayımdır bu. Çünkü bu varsayıma göre, biz ilerleme ve aydınlanmanın, sofistike akılcılık ve ahlakçılığın temsilcileriyiz. Buna karşılık Araplar ilkel ve vahşi bir güruh, tıpkı eşek güderken yapıldığı gibi havuç ve sopa göstererek eğitilecek ve akıl öğretilecek cahil çocuklardır. Gazze'nin bombalanması, bir de ‘Hamas rejiminin tasfiyesi'ni öngörüyor. Buysa, Siyonist harekete yine doğumundan beri eşlik eden bir başka varsayım ile de ilgilidir: ‘Filistinlilerin ulusal amaçlarını terk edecek ılımlı bir önderliği onlara empoze etmek.' Bunun bir yan ürünü olacak şekilde, İsrail, Filistinli sivillerin çilesini artırmanın onları ulusal liderlerine karşı ayaklandıracağına her zaman inanmıştır. Bu varsayımın her seferinde ama her seferinde yanlışlığı kanıtlanmıştır." Bu sefer de istisna teşkil etmeyecektir. Bununla birlikte, bu son Gazze saldırısının zaten içten içe çürüyen Filistin toplum yapısı ve siyaset sahnesini daha da çürüteceği kesin gözüküyor. Hamas'ın ağır darbe aldığı besbelli. Fakat, İsrail'in bu saldırganlığı, Fetih'e de avantaj sağlamaz. Fetih, "İsrail işbirlikçisi" gibi davranamaz. Bu da Filistin Yönetimi Başkanı, Fetihli Mahmut Abbas'ın (Abu Mazen) "iki devletli çözüm" amacıyla İsrail ile müzakere masasına oturmasını erteleyecektir. Bir yandan da Fetih-Hamas gerginliği ve çekişmesi el altından keskinleşerek sürecektir. İsrail'de 10 Şubat'ta seçim var. Gazze konusunda "aşırı" sayılan ve Filistinlilerle barış konusunda en umursamaz olan Likud lideri Bibi Netanyahu, önde gözüküyordu. Başlıca rakibi Kadima lideri ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livni ile İşçi Partisi lideri ve Savunma Bakanı Ehud Barak'ın imzasını taşıyan bu saldırgan politika, İsrail seçim kampanyasını bir "aşırılar yarışı"na çevirecek. Bu da "barış" ve "uzlaşma" sözcüklerini, Ortadoğu'da bir süre için tedavülden kaldıracak. Ortaya çıkan manzara, Ortadoğu sorunlarında "tüm taraflarla görüşebilen" ve "arabuluculuğa" soyunan etkili bir aktör haline gelen Türkiye'nin bu rolünün "zayıflaması"na neden olacağa benziyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, hafta sonunda, İsrail'e karşı ilk bakışta insanın yüreğine su serpen "sert" bir tavır koydu. Ne var ki, bu "sert" tavır bir "siyasi akıl" ürünü olmaktan ziyade, bir Müslüman "duygusallığı"nı yansıtıyordu. Türkiye'nin bir "arabuluculuk işlevi" ve bir "barışçıl aktör" olarak etkisizleşmesi, acaba Filistin halkının lehine mi olacak? Bunu düşünmek gerekiyor. Ve ölçü olarak Hamas'ın siyasi konumunu korumayı değil, Filistin halkının kan kaybını önlemeyi almak gerekiyor.
<< Önceki Haber GAZZE'DE KAN BANYOSU Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER