George
Bush ekibi,
Pakistan lideri Pervez Müşerref'i Beyaz Saray'a çağırıp; “Ya yüzde yüz bizimlesiniz ya da yüzde yüz bize karşı. Karşı olmayı seçerseniz sizi taş devrine döndürürüz” demişti. Pakistan her alanda onlarla
işbirliği yapmak zorunda kaldı.
Afganistan işgaline, Taliban'la savaşa,
esir ticaretine, işkence merkezlerine, örtülü CIA operasyonlarına kadar ABD ne isterse yaptı. Aynı anda
Washington ve
Londra Pakistan'ı parçalamaya yönelik ayrılıkçı örgütlere
silah sağlamakla meşguldü. “Pakistan'ın nükleer silahları tehdit altında” diyerek, bu silahların
kontrol altına alınması için taktikler geliştiriyor, bu ülkeye özel birlikler yerleştiriyordu. Son olarak da bu ortağını tamamen gözden çıkarıp kendisi,
sivil kayıplara rağmen, Pakistan içlerine saldırılara başladı. Bir yandan da
Hindistan'ı yanına ç
ekip bu ülkenin nükleer gücünü
tasfiye etme planları yapıyordu.
ABD'nin yeni Başkanı, Bush
yönetimi kadar şahin bir ekip kuran, Beyaz Saray'ın yeni neoconu
Barack Obama,
Güney Asya'yı
hedef göstererek ABD'ye en büyük tehlikenin burada olduğunu iddia etti. “Bütün gücümüzü kullanarak bu tehditle uğraşacağız” diyen Obama, "Afganistan'daki durum kötüleşiyor. Güney Asya'daki durum ve oraya sığınan
teröristler
Amerikan halkına karşı başlı başına en önemli tehdidi temsil ediyor. Kaynaklarımızı harekete geçireceğiz ve bütün dikkatimizi el Kaide, Bin Ladin ve Amerikan vatandaşlarını hedef almaya niyetli diğer radikal grupları yenmeye vereceğiz" şeklinde konuştu.
Daha önce de benzer sözler sarfetmiş, “Pakistan'ı füzelerle vurmak”tan dem vurmuştu. Yardımcısı Jeo Biden ise, ABD'nin altı ay içinde çok ciddi bir uluslar arası krizle karşılaşacağını vurgulamıştı.
Son olarak; Kitle İmha Silahlarının Yayılması ve Terörizmin Önlenmesi Komisyonu'nun hazırladığı raporda, 2013 yılından önce Amerikan topraklarında nükleer veya biyolojik silahlarla bir terörist saldırının gerçekleşebileceği ileri sürüldü.
Joe Biden'a bilgi veren partiler üstü
komisyon, Obama yönetiminden, bu tür terörist saldırılarla mücadele için hazırlıklı olmasını istedi. Raporda, nükleer ve biyolojik silah yapanların Pakistan kaynaklı olduğu da savunuldu. Komisyon üyelerinin, sonbaharda Pakistan'a yapmayı planladığı ziyaretin, kalacakları
İslamabad Marriott Otel'in, teröristler tarafından bombalanması üzerine iptal edildiği de belirtiliyor. (O saldırı sırasında, ABD askerlerinin otele çelik kasalarla malzeme taşıdıklarına, saldırı sonrası bu kasaları araçlara yükleyip götürdüklerine, nakil sırasında Pakistanlı askerlerin bile bölgeye yaklaştırılmadığına işaret etmiştim.) Komisyon üyeleri, Bombay'daki son saldırının benzer silahlarla da yapılabileceğine işaret ediyor.
Bunlar olurken, Orta
doğu'daki yoğunluk Güney Asya'ya yönelirken, kim oldukları belli olmayan kişilerin Hindistan ekonomisinin kalbini vururken, iki nükleer güç karşı karşıya getirilirken, geleceğin
ekonomik devi Hindistan'dan
sermaye kaçışı başlarken, akla ürkütücü
senaryolar geliyor. “Afganistan için en kötü senaryo” olarak tanımlanan NATO çalışmalarında, Pakistan'ın kontrolden çıkması halinde neler yapılacağına ilişkin senaryolar geliyor.
ABD ordusu “Afganistan'da durum kötüleşir, çekilmek zorunda kalırsak ve aynı anda Pakistan da kontrolden çıkarsa ABD ve NATO güçleri, Sovyet güçleri gibi, Afganistan'da kapana kısılır mı” sorusunu sorarken; Pakistan'ı kurtarmaya mı yoksa nükleer silahları denetim altına almaya mı çalışacağını sorguluyordu? Elbette ikincisini
tercih edeceklerdi. Neden mi? 2003 yılında bu köşede aktardığım, Kıyamet
Savaşı dedikleri, “Dünyanın Sonu” konulu filmlere konu olacak türdeki senaryo yüzünden.. Şöyleydi:
“Birinci gün:
Çarşamba.
Şafak vakti Negev çölündeki askeri üslerden kalkan
İsrail savaş
uçakları
İran'ın Buşehr'deki nükleer tesislerini yok eder.
Saldırı İslam dünyasını sarsar. Milyonlarca insan sokaklara dökülür.
İkinci gün:
Perşembe.
İsrail'in ABD desteği olmadan saldıramayacağına inanan İran misillemeye geçer. Binlerce devrim muhafızı
Irak içlerine girer. İslam dünyasında dev kalabalıklar sokakları kaplar.
Kahire, Amman ve Ankara'da İsrail büyükelçilikleri tahrip edilir, ABD büyükelçilikleri ateşe verilir.
Üçüncü gün:
Cuma:
İslam dünyasında
Cuma namazı sonrası kalabalıklar harekete geçirilir. Devlet binaları yağmalanır. Sıkı yönetim ilan edilir. Kargaşa durdurulamaz. Endonezya'da, Malezya'da, Mısır'da İsrail'e savaş açılmasını isteyen halk çılgına
döner.
Dördüncü gün: Cumartesi.
Pakistan istihbarat servisi ISI, ülkenin nükleer kodların denetimini ele alır. Birkaç saat içinde, nükleer silah yüklenen iki uçak, gizli bir hava üssünden kalkar. Hedefleri
Tel Aviv ve Aşhod'dur. Dolambaçlı bir yol izleyerek Doğu Afrika'da
yakıt ikmali yapar. Kuyruk işaretleri Güney Afrikalı olduklarına işaret etmektedir. İki uçak
intihar pilotları tarafından uçurulmaktadır. İsrail hava
trafik kontrolünün kendilerine verdiği hattı izlerken aniden yön değiştirip iki kente dalarlar ve nükleer yüklerini boşaltırlar.
İsrail Pakistan'a misilleme yapar. Milyonlarca insan ölür. Arap yönetimleri çöker. Savaş
Ortadoğu'yu kaplar. Yüz binlerce insan ölür. Zayıflayan İsrail ayakta kalma mücadelesi vermektedir ve nükleer silahlarla Arap başkentlerini vurur. Ortadoğu tam bir kaosa sürüklenir.....”
Sadece Ortadoğu mu?!...
Hiçbir şeyi hafife almamak lazım…