İsmi geçen iki arkadaşı da, yakından olmasa da, tanıyorum.
28
Şubat sürecinde etkin rol üstlenmiş iki ‘cevval’ ve ‘faal’ arkadaşımız.
Rivayetler ve iddialar doğru mudur, bilmiyorum.
Buna ihtimal dahi vermek istemiyorum.
28 Şubat sürecinde ‘etkin rol’ üstlenmiş olmaları, ille de ‘organik bağlılığı’ gerektirmez. Pekala ‘
gönüllülük ilişkisi’ de geçerli olabilir. Nitekim, Türk matbuatının genişçe bir kesimi, malum süreçte, gönüllü bir tavır alış içindeydi.
Bütün o ‘Paşa Başkanı hizaya soktu’, ‘İşi bu defa silahsız kuvvetler halletsin’ manşetlerinin anlamı budur.
Ortada ‘halledilecek bir mesele’ vardı ve arkadaşlarımız bunun silahlı kuvvetlere değil,
sivil toplum örgütlerine
ihale edilmesi gerektiğini savunuyorlardı.
Tam da istedikleri gibi bir sivil inisiyatif (bunlar kendilerini ‘beşli çete’ olarak da niteliyorlardı) ortaya çıktı ve darbenin tedvirine memur yazıldı.
Demek ki provokasyon ve kışkırtıcılık yapmak için, resmi bir mensubiyet gerekmiyormuş. Pekala bazıları ‘durumdan vazife çıkarmayı’ biliyormuş.
O iki arkadaşın durumuna gelince...
Haksızlık yapmak istemem.
Elimde, iddiaları doğrulayacak bilgiler yok.
Bir dönem MİT’le yakınlaşmış olabilirler. Periyodik görüşmeler de yapmış olabilirler. Bu görüşmeler, sırf ‘gazetecilik merakı’yla da sınırlı olabilir.
Bilemiyorum.
Daha doğrusu (mesleğin onuru açısından) böyle bir ihtimali düşünmek dahi istemiyorum.
Peki, MİT bu iki arkadaşımızı yahut başka gazetecileri kullanmış mıdır?
MİT’i bilmiyorum ama, ‘gayrı milli istihbarat örgütleri’nin, sözgelimi CIA’nin gazetecilerimizi kullandığını, onları manipüle ettiğini biliyorum.
Hikaye eskidir ama, anlatmakta yarar var:
Hasan Fehmi
Güneş,
İçişleri Bakanlığı döneminde, ‘bazı
şüpheli faaliyetlerini’ izlediği Robert Alexander Peck adlı bir ABD vatandaşını
Amasya’da yakalatarak sınır dışı etmişti.
Güneş’e göre Peck bir CIA ajanıydı.
Kıbrıs’ta akrediteydi ama
Türkiye’de görev yapıyordu.
Sadece Amasya’da değil,
Çorum ve
Kahramanmaraş gibi ‘hassas’ bölgelere de bulunmuş, gezip dolaştığı yerlerde ‘birtakım karışıklıklar’ çıkarmıştı.
Sınır dışı olayından bir süre sonra, Güneş (Hafta Sonu gazetesi muhabirleri tarafından) şarkıcı bir kadınla basıldı ve görevinden
istifa etmek zorunda kaldı.
Mahir Kaynak, gazeteci Cüneyt Arcayürek’e verdiği mülakatta, Güneş olayının ‘
komplo’ olduğunu, bunu da CIA’nin gerçekleştirmiş olabileceğini söylüyordu.
Arcayürek’e göre ise, Peck’i deşifre eden Güneş CIA’nın hedefi haline gelmişti. Dolayısıyla, bunun bedelini ödemişti.
Skandalda ismi geçen şarkıcı kadın, yıllar sonra televizyona çıktı ve ‘Hafta Sonu gazetesi ile anlaşarak Güneş’in fotoğraflarını çektirttiğini’ anlattı.
Bir de itirafta bulundu: ‘Hasan Fehmi Güneş’le buluşmaya giderken gazetecilere yakalandım. Tarık diye bir magazinci arkadaşım vardı. Beni sıkıştırdılar. ‘Nasıl olsa gördük, fotoğrafını çekeriz, gel seninle birlikte bu işi ayarlayalım’ dediler.’
Hafta Sonu gazetesinin ‘ayarladığı’ işin içinde, acaba, ayrıntısını bugün pek çok kimsenin bilmediği ‘başka bir iş’ de (CIA irtibatı filan) var mıydı?
Bu soruyu, o dönemde Hafta Sonu gazetesini yöneten gazetecilerin ve Tarık adlı magazincinin cevaplaması gerekiyor.
Taha Kıvanç’ın yazısından sonra, ben de ‘Tarık’ isimli (kod adı olabilir mi?) gazeteciyi merak etmeye başladım.
Sahi, kimdi Tarık?