Özellikle
yabancı basın şaşkın; yakında
Türkiye değerlendirmelerinin en önemli maddesi 'akredite edilmeyen
gazeteciler' konusu olabilir.
Meslek örgütleri itirazlarını sürdürüyor,
Başbakan Tayyip Erdoğan ise “Muhabirler yalan-yanlış haber yapıyorlarsa
akreditasyonları iptal edilebilir” meydan okumasında.
Aslında iki taraf da sonuçsuz bir
tartışma yürüttüğünün farkında; farkında değillerse buradan kendilerine hatırlatmanın tam zamanı: Bu konu bu biçimde ele alınamaz; alınırsa sonuca ulaştırılamaz...
Sebebi belli:
Medyamız yalan ve yanlış haber konusunda hiç masum sayılmaz; ancak yalan ve yanlış haberle mücadelenin yöntemi 'akreditasyon' kısıtlaması değildir...
Akreditasyon uygulaması ve bazı muhabirlerin kartlarının iptali herhalde yalan ve yanlış haberler yüzünden yaşanan kâbuslardan sonra kararlaştırılmıştır. Bazı yalan haberlerin, özellikle ulusal güvenliği ya da
ülke demokrasisini ilgilendiriyorsa, muhataplara kâbus yaşatma potansiyeli vardır çünkü. Ancak bu tür farklı ve hoş kaçmayan bir uygulamanın uygun bir yöntem olmadığını da
Başbakanlık bilmelidir.
Bir ön hatırlatma şu olabilir: Gazetelerde yer alan yalan ve yanlış haberlerden en az sorumlu kişiler, belki de, haberin üstünde fotoğrafı veya imzası bulunan muhabirlerdir. Çoğu kez merkezde yazılan yalan haberlere inandırıcılık kazandırmak için muhabir imzası atma çarpık geleneği vardır bizim medyada. Bazen de üzerinde binbir
emek sarf edilerek dosdoğru yazılan haberler merkezde yamultulabiliyor.
Muhabirin tek başına sorumlu tutulmasının çoğu kez doğru olmayacağının bir başka gerekçesi de, gazetelerdeki hiyerarşik yapılanmadır. Muhabir tarafından yazıldıktan sonra gazetede yerini alana kadar geçen sürede pek çok el haber metnine değer; omurgasında yalan ve yanlış varsa, haber değeri
taşıma unsurları eksikse, yeterince kaynak tarafından doğrulatılmamışsa ya da kaynaklar güvenilmezse o aşamada fark edilebilsin diye...
Geçmişte gazetecilerle ilgili olumsuz deneyimler yaşayan
iktidar sahipleri arasından daha köklü çözümlere başvuranlar çıkmıştır. Patronlar veya yayın yönetmenleri aracılığıyla ilgili muhabirin kendisini izlemesini engelleme yöntemi bunların en bilinenidir. Ondan daha fazla bilineni ise, iktidar odağına ters düşen muhabirin işine gazete yönetimi tarafından son verilmesidir. Kimbilir geçmişte kaç yazar bu yüzden sütununu, kaç muhabir işini kaybetti...
Kimsenin ruhu duymadığı, herhangi bir resmi işlemi de gerektirmediği için tepkilere de yol açmamıştı o tür uygulamalar...
Hiç kuşku yok; Ak Parti gibi medya-iktidar ilişkilerini doğru zemine oturtma iddiasıyla iktidara gelmiş bir partinin muhabir kovdurma yoluna başvurması beklenemezdi; ancak 'akreditasyon' uygulamasıyla çözülebileceğini sanmak da sorunu çok hafife almaktır. Daha farklı bir yöntem bulmak gerekiyor...
Mevcut meslek örgütlerinin herkes tarafından derhal fark edilen taraflı tutumları olmasaydı, yöntem teklifinde zorluk çekmezdik. Ancak sorumluyu cezalandırmak yerine tek gözü kasten oyulmuş adamın ikinci gözünün de çıkartılmasına karar verebilen Karakuş benzerlerine
adalet emanet edilebilir mi?