Biri henüz bitmeden, diğeri başlıyor.
Tuncay Güney'in 8 yıl önce ifade mi, bilgi mi,
itiraf mı olduğu belirsiz söylediklerini anlamlandırmaya çalışırken dün bir başka gelişmeyle karşılaşıverdik.
Firari
sanık emekli Tuğgeneral Levent Ersöz yakalandı. Rusya'da olduğu tahmin edilen Ersöz meğer 40 gündür Ankara'da imiş. Tipini değiştirerek değişik kimliklerle aramızda dolaşıyormuş. Bir süredir peşinde olan polis, çemberi daraltınca yakalanması kaçınılmaz oldu.
Özel bir hastanede yakayı ele veren Ersöz,
Ergenekon davasının en önemli sanıklarından. Hakkındaki iddialar ağır; görevi sırasında rutinin dışına çıktığı, sözgelimi dönemin
Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök'ün de aralarında bulunduğu üst düzey devlet yetkililerinin telefonlarını dinlettiği ileri sürülüyor. Ergenekon
terör örgütünde nasıl rol üstlendiğini yargı süreci ortaya koyacak. Emekli
Orgeneral Şener Eruygur'a yakınlığıyla da bilinen Ersöz'ün
Ergenekon davasının
kilit isimlerinden biri olduğunu söylemek mümkün. Ona 'karakutu' diyenler de var.
Ersöz'ün yakalanması günün en önemli olayıydı ama onunla sınırlı kalmadı. Silah ve
patlayıcılar yine gündemdeydi. Herkes sorulara
cevap arıyor: Toprağın altına
cephaneler niye gömüldü? O patlayıcı ve
silahlar nerede kullanılacaktı? Haydi Özel Harekatçı İbrahim Şahin'in hafızası yitik diyelim, Yarbay
Mustafa Dönmez sağlam. Onun anlatacakları olmalı. Sadece altı değil, toprağın üstü de cephane. Esprisi bile üretildi: Yeraltı zenginliklerimize silah ve patlayıcı da eklendi,
rezerv de fena değil.
Dün ele geçen Ergenekon'un silahlarının dökümü şöyle: Aksaray'da bir
poşet içerisinde
el bombası ve mermi,
İstanbul Büyükçekmece'de bir poşette 15 adet G-3 mermisi, 1
uçaksavar mermisi, Ankara'da
köprü altında 13 adet el bombası. Nedir bunlar? Böylesini ilk kez yaşıyoruz. Bir yerlere
mesaj mı veriliyor? Yoksa yakalanma korkusu ile eldeki mühimmatın sağa sola atılmasından mı ibaret? Bilmiyoruz.
İlginç olan, her türlü silah ve patlayıcıya rağmen Ergenekon'u hâlâ ciddiye almayanların varlığı. Bir örgütün tehlikeli olduğuna inanmak için daha ne gerekiyor? Anlamak güç. Öyle bir örgüt ki dört bir yana gömülmüş cephanelikleri var, tetikçileri var, suikast planları var,
Danıştay gibi gerçekleşmiş eylemleri var. Bunlar basit ve sıradan işler mi?
Bir de olayı başka yöne çekmek isteyenler çıktı sahneye. YARSAV'ın ardından
Sabih Kanadoğlu da savcı sayısının artırılmasından dem vuruyor. Amaç Ergenekon'un üzerine çok yönlü ve kararlılıkla gitmek mi? Şüpheli. Görevini yapan polisi yıpratmak için ortaya atılan iddialar iyi niyetin sonucu olabilir mi?
Hayır. Gerçek niyet belli:
Yargı ve polisi kıskaca alarak Ergenekon sürecini durdurmak. ANAP'ı iktidardan alıp
baraj altında bırakan Mesut Yılmaz'a ne demeli? Bir siyasetçi için ne kötü
final.
'Korku imparatorluğu' bu süreçte en çok kullanılan kavramlardan... Operasyon ve gözaltılardan sonra sıkça ülkenin bir korku imparatorluğuna dönüştüğü söylendi.
AK Parti muhalifi çok insan her an alınma endişesi içinde yaşadığından yakındı. Ergenekon geniş kapsamlı bir
dosya, ucu açık, nerelere uzanacağı belirsiz. Korkunun bir nedeni bu. Ancak çetelere yakın durmayan, silah ve patlayıcıya bulaşmayanların korkusu yersiz. Ergenekon davası Türkiye'yi korku imparatorluğuna dönüştürmedi, aksine korku tünelinden çıkarıyor.
Bir ülkeyi korku imparatorluğuna çeteler ve onların eylemleri;
faili meçhul cinayetler, siyasi suikastlar, kargaşa ortamı doğuran eylemler, kardeş kavgası
Alevi-
Sünni, Türk-
Kürt çatışması ve demokrasinin kesintiye uğraması dönüştürür. Faso fiso değil bu, Türkiye'nin geçmişinde var bunlar. Ergenekon davasının temel amacı Türkiye'yi korku imparatorluğundan çıkarmak, karanlığa sürüklemek isteyen derin çetelere dur demek. Temiz devlete giden yol bu davadan geçiyor. Çetelerden arınmadan
temize çıkmak mümkün değil.