İNSAN ŞAŞIRINCA...

Günlük bile olsalar; gazeteleri, genellikle akşamları okurum.


Bu Cuma da öyle oldu ve Atilla Olgaç adında bir tiyatro oyuncusunun; Kıbrıs Barış Harekatı sırasında; biri, elleri bağlı 19 yaşında bir esir olmak üzere, 10 kişiyi öldürdüğünü söylediğini okuduğum zaman; “Eyvah”, dedim, “Bu işin altından zor kalkarız. Bunu, burnumuzdan fitil getirtirler”... Nitekim, Yunanistan’daki Kıbrıs dernekleri ve Avrupa ve ABD’deki Yunan lobisi, harekete geçti bile... Atilla Olgaç, bir gün sonra; bir “U dönüşü” yaptı ama, ne derecede inandırıcı olduğu, çok tartışılır. Maalesef, ok yaydan çıktı ve bunun altından zor kalkacağız. Bu olayda, üzerinde durmak isteyeceğim, birkaç nokta olacak. Aslında, bunları “sıcağı sıcağına” yazsam, daha iyiydi ama; yazıyı okuduğum zaman, bir gün sonrasının yazısını yazmış ve göndermiştim. Tesadüf bu ya, bu sorumsuzluğu dile getiren kişinin adı, Atilla. Bizim 2. Kıbrıs harekatına da, “Atilla Harekatı” adı verilmişti. Atilla, (ya da Atilla), adı bizim için bir “kahramanı” temsil eder. Ülkemizde, Atilla adının yaygın olması bundandır. Fakat Avrupalılar’ın büyük bir bölümünün gözünde Atilla, “barbarlığın” sembolüdür. Göçebe bir kavimler topluluğuyla galip, Batı uygarlığını tehdit eden, bir barbar kumandandır. Avrupalı “anaların”; “Türkler geliyor”dan önce, çocuklarını uyutmak, ya da korkutmak için, “Atilla geliyor” dedikleri, rivayet edilir. Böylesine bir yaygın anlayış varken; gerçekten, “barış için” ve “Kıbrıs’ta anayasal düzeni, yeniden oluşturmak için”, yapılan bir harekata “Atilla” adını vermek, hiç de uygun olmamıştı. Kim bilir belki “birileri”(!), daha o zamanlarda, farklı amaçlar peşindeydi... Atilla Olgaç; söylediğinin, “daha doğrusu yaptığını söylediğinin”, zamanaşımına girmeyen bir “suç” olduğunu öğrendiğinde; yayın kuruluşlarına gönderdiği yazılı bir açıklamada; “Bu cümleyi kullanma nedeninin, savaşın vahşetini ve acımasızlığını göstermek”, olduğunu söyleyerek, aklı sıra sözlerini düzeltmiş. Ama doğrusu, bana pek inandırıcı gelmedi. Atilla Olgaç, “adını anımsamadığı” komutanının; esir konuşmadığı için, “öldürün” dediğini ileri sürüyor ve “görevi yerine getirdim” diyor. Aklı başında hiçbir kumandan, elleri bağlanmış bir esir için, “öldürün” emri vermez. Zaten, söz konusu kumandanın adını da “anımsayamaması” (!), işi gülünç hale sokuyor. Bu arada; KKTC’de, Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi, (Denktaş’ın danışmanlığını da yapmış); Atilla Olgaç’ın, “savaştan çok korktuğunu ve eline silah bile vermediklerini”, söylüyor. Kıbrıs Devlet Tiyatrosu’nun, o zamanki genel müdürü olduğunu söyleyen öğretim üyesi; Olgaç’ın ailesinin ricası üzerine, oradaki Türk alayında askerlik yapan Atilla Olgaç’ı, mutfağa aldırdığını ve bir süre sonra, Türkiye’ye geri gönderildiğini, söylüyor. Bence, böyle bir senaryonun gerçek olma olasılığı, çok daha fazla. Zira, gerçekten savaşan ve karşısındaki öldüren askerlerin, değil böyle uluorta konuştuklarını duymak; kendi kendilerine anımsamak bile istemediklerini, biliyorum. Gerek Kıbrıs’ta, (o zamanlar), gerek Güneydoğu’da, kanlı çatışmalara girdiğini bildiğim arkadaşlarımın hiçbirinden, bu konulardaki “anılarını”(!) duymadım. Atilla Olgaç’ı hiç tanımam. Kişiliği hakkında, hiçbir fikrim yok. Zaten oynadığı diziyi de, hiç seyretmedim. Fakat kimi zaman rastlantıyla gördüğüm televizyon dizisi “kahramanları”; hep asık suratlı, vahşi bakışlı, “sert” kişilikler. Böyle kişi üretmenin, marifet olduğu zannediliyor. İşin kötüsü, bu tür “tipsiz tipler”, çocuklarımıza iğrenç birer “rol modeli”, oluyorlar. İşin fenası, buralarda belirlenen kişilikler; daha sonra, insanlık dışı eylemlere kakıştıklarında, “kahraman muamelesi” görüyor ve takdir ediliyorlar. Hırant Dink cinayetine katılan, ya da özendiren katillere; övgü dolu şiirler ve şarkılar yapılıyor ve televizyonlarımızda gösteriliyor. Kendilerini, çok akıllı zannediyorlar. (fakat tepkiyi görünce, kıvırtmaya başlıyorlar). Eskiden, bugünkü gibi diziler yoktu ama, oldukça yaygın bir sinema sanayi vardı. Kalitesi bir yana, “Yeşilçam” tabir edilen piyasada çekilen film sayısı, Hindistan ve Hollywood’la mukayese edilirdi. Fakat bu filmlerin kahramanları, romantik “jönler” ve güzel kızlar olurdu. “Kötü kadın” (wamp) ve kötü erkek tipleri, çok enderdi. Bir de, babacan erkek ve tonton kadınlar olurdu. Şimdiki dizilerde; tüm kadınlar “vamp”, tüm erekler “sert” ve yukarıda da değindiğim gibi, çocuklarımızın, “rol modeli” bunlar. Umarım bu olay; aklımızın, biraz başına gelmesi için vesile olur. Zira, bizi öyle çok sıkıntıya sokacak ki; bari, bir de yararı olsun...
<< Önceki Haber İNSAN ŞAŞIRINCA... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER