BİR ŞEHİT: ADNAN MENDERES

Sevgili okuyucular, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden bu yana tam 49 uzun yıl geçti.


Ne yazık ki bundan yarım asır önce, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet ve 14 Mayıs 1950’de inşaa edilen demokrasi, O’nun adı anılarak yıkıldı. Öyle ki, Cumhuriyet kanunlarının numaraları dahi değiştirilerek yeniden ‘1’den başlatıldı. Demirel bir gün bana kahırlı bir tavırla, “Bizim Cumhuriyetimiz Kanunuî’nin saltanat müddeti kadar bile devam edemedi” demişti. Gerçekten de 27 Mayıs, Cumhuriyet nâmına ‘Cumhuriyet’ ve ‘Demokrasi’ nin katledildiği tarihtir. Mazlum ve vakur bir şehit Efendim, kindar ve obsesif bir kişiliğim veya ‘hurufîler’ gibi rakamlarla ilgili takıntılarım yok. 27 Mayıs döneminde olanları unutabilir ve olayı objektif bir tarihçi gibi de değerlendirebilirim. Lâkin 27 Mayıs bitmedi ki; hâlen devam ediyor... 27 Mayıs 1960’ta, Cumhuriyet tarihimizin en elîm, en hazin ve millete, devlete en fazla zarar veren olayı cereyan etti. 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara gelen ve 1954 ile 1957 seçimlerinde de halkın oyuyla iktidarını devam ettiren DP, -CHP ile dirsek teması içindeki- askerî bir cuntanın yaptığı darbe ile devrildi. Milletin sevgilisi olan Başbakan Adnan Menderes ile en değerli iki bakan arkadaşı, Türk hukukunun yüzkarası, cunta emrindeki sözümona bir mahkeme tarafından (Yassıada Mahkemesi) idama mahkûm edilerek alçakça şehit edildiler. Üstelik bu câni darbeciler hiç utanıp sıkılmadan 27 Mayıs’ı bir de bayram ilân ettiler; adını da ırzına geçtikleri anayasanın ve yok ettikleri hürriyetin şuuraltı suçluluk kompleksiyle ‘Anayasa ve Hürriyet Bayramı’ koydular. Bu mazlum, boynu bükük, çilekeş halkımızın gönlünün kırık olduğu 27 Mayıs utancını yıllarca bayram diye zorla kutlattılar. Başta Demirel olmak üzere, DP’nin mirasından faydalanarak iktidar sahibi olanlar, 27 Mayıs’ı bayram olarak kutlayıp bayram mesajları yayınladılar ve bu rezalete son verilmesi için parmaklarını dahi oynatmadılar. Zerafet timsali Menderes Efendim, merhum Menderes’in şehadeti esnasında ben 16 yaşındaydım ve Malatya Lisesi 2. sınıf öğrencisiydim. Rahmetli babam da DP’nin eski mahallî yöneticileri arasındaydı ve bu yüzden başına gelmedik kalmamıştı. CHP’li arkadaşlarımız bizi okulda, ‘kuyruk’ ya da ‘gerici’ diye çağırırlardı. O tarihte DP’lilere, yani milletin büyük çoğunluğuna ‘gerici’ derlerdi (Bugün de ‘irticacı’ diyorlar). 1960’lı yılların başında, radyo ve basından meydana gelen medya, kelimenin tam mânasıyla bir ‘felâket’ti. 27 Mayıs cuntası olan ‘Millî Birlik Komitesi’ne uşaklık yaparlar; her gün manşet manşet kan ve kin kusar, iftiralar atarlardı. Bir gün, kıyma makinalarındaki gençlerden, bir gün Celâl Bayar’a hediye edilen Afgan tazısından, bir başka gün Başbakanlık’taki ‘tahsisat-ı mestûre’ (örtülü ödenek) kasasından çıkan naylon kadın donundan söz ederler ve darbecilere köpek gibi yaltaklanırlardı... Kulaklarımda hâlâ Ankara Radyosu’nda akşam saatlerinde yayınlanan ‘Yassıada Duruşmaları’nda ‘Alçak Adalet Divanı’ Başkan Salim Başol’un tüylerimi diken diken eden o cehennemî sesi yankılanıyor: ‘Sanıklar getirildiler, elleri bağlı olmayarak yerlerine alındılar...’ Daha sonra, o dünyalar güzeli, zarif Başbakanımın, beni kahreden titreyen sesi ile ‘Reis Beyefendi Hazretleri’ deyişleri... Radyoyu kucaklayarak ‘Neden Başbakanım, neden bu heriflere bu şekilde hitap ediyorsunuz?!..’ diye isyan ettiğimde, benim gibi O’nu çok seven rahmetli babam, “Oğlum, O bir beyefendidir. Hiç bu adamlar karşısında zerafetini, nezaketini bozar mı?..” demişti. Seneler sonra, O’na, duruşmaya çıkarılmadan önce işkence edildiğini ve yüksek dozda uyuşturucu yapıldığını öğrenmiştim... O, ipe götürülürken de aslâ asaletinden ve zerafetinden vazgeçmedi. Dudaklarında sevdiklerinin, milletinin, devletinin ismi, kalbinde Allah sevgisi ve imanıyla aramızdan ayrıldı. Şehit edildiği sırada göğsü işkence izi sigara yanıklarıyla doluydu. Milletimizle, devletimizle elbette haklı olarak övünürüz. Lâkin bu ‘canavarların’ da içimizden çıktığını unutmamamız lâzımdır. Milletin hizmetinde Menderes Efendim, Adnan Menderes, sevabıyla, günahıyla, hizmetleri ve hatâlarıyla artık tarih oldu. Bu millet ‘O’nu çok sevdi... Hattâ ölümünden sonra onu evliyâlık mertebesinde görenler vardı. Çocuklarının adını ‘Adnan’ ve ‘Menderes’ koydular. Yaşarken O’nu sevmeyen CHP yanlıları da, ölümünden sonra sevdiler veya en azından yapılan haksızlıklara üzüldüler. Bugün, hâlâ darbecilere hak veren ve O’nu küçültmeye çalışan bir avuç jakoben militarist dışında, hiç kimse ‘27 Mayıs Cehennemi’nde olan biteni hoş görmemektedir. Merhum Menderes’in Türk Milleti’ne ve Türkiye’ye sayılamayacak kadar çok hizmetleri vardır. O, Millî Şeflik diktası dönemini kapatmış, yepyeni bir hizmet çığırı açmıştır. Tek parti dikta rejiminin halkı hor gören yönetimi yerine, halka değer veren ve halkın ayağına giden bir hizmet anlayışını benimsetmiştir. O’nun döneminde Türkiye dışa açılmış, aktif bir dış politika uygulanmaya başlamış, ekonomik büyüme katlanarak gerçekleşmiştir. Her hizmet bir yana, ezanın kelamullah aslına uygun şekilde okutulması dahi, merhum Menderes’in okunan her ezanda rûhunun şâd olmasını sağladığına inanıyorum. ‘Yüzük sattıran asalet’ Efendim, Genç Gelişim Dergisi’nin Şubat 2008’de yayınlanan 36. sayısındaki bir anekdotu aynen aktarıyorum: “1952’de Menderes’in isteği ile bir kanun çıkarılıp 600 yıl devleti idare etmiş olan Osmanlı Hanedanı’na mensup hanımların sürgün hayatı sona erdirilir. Sultan Abdülhamid Han’ın zevcesi Müşfika Hâtun Sultan ile kızı Ayşe Sultan Osmanoğlu, Boğaz’da kiralanan bir daireye yerleşirler. Günlerden bir gün zilleri çalınır ve içeriye meçhûl bir misafir girer. Ayşe Sultan misafiri içeri alır. Müşfika Sultan ise kuşluk namazını kılmış, seccadesinin üzerindedir. Ayşe Sultan misafire şaşırarak sorar: - Siz Başvekil Adnan Menderes değil misiniz? - Evet, bendenizim efendim. - Özür dilerim, teşrif edeceğinizi keşke önceden haber verseydiniz. - Zararı yok efendim, Valide hazretlerinin elini öpmeye, hayır duâsını almaya ve bir ihtiyacı olup olmadığını sormaya geldim. Ayşe Sultan, annesine döner ve Menderes elini öpünce misafiri takdim eder: - Anneciğim, bu bey Türkiye Sadrazamı. Hayır duânızı almaya ve bir ihtiyacınızın olup olmadığını sormaya gelmiş. - Pek mütehassis oldum. Duâlarımız sizinle. Bir mühendis beyefendi hem evini verdi, hem de her ay 10 lira harçlık veriyor. Menderes özel telefonunu bırakıp ayrılır... *** Yıl 1959. Menderes ve Türk heyetini Kıbrıs Antlaşması için İngiltere’ye götüren uçak, Londra yakınlarında düşer. Birkaç bakan vefât eder. Menderes kurtulur. Büyük bir karşılama ile yurda döndüğü akşam bir ara hanımı sorar: - Beyefendi, acaba uçak düşerken, yani ölüme giderken ne düşündünüz? - Çok iyi hatırlıyorum. Uçak düşerken şunu düşündüm: ‘Ben ölürsem, acaba Berrin Hanım, Abdülhamid Han yadigârlarının ev kirası ve harçlıklarını mühendise ödemeye devam eder mi?’ *** 27 Mayıs İhtilâli’nden sonra, kurulan bir mahkeme ile Başbakan Adnan Menderes, 17 Eylül 1961’de idam edilir. Birkaç gün sonra Sultan Hanımların ev sahibi olan mühendis, Menderes’in hanımından para istemek için kapıya gelir. Fakat zor duruma düşen Menderes ailesi parayı ödeyemez; borç da bulamaz. İşte o zaman Berrin Hanım kıymetli nişan yüzüğünü oğlu Mutlu ile sattırır ve kira ödenir. Çileli eş Berrin Hanım’ın, bundan 2 yıl kadar sonra kapısı çalınır. Gelen tanımadıkları biridir; kendini tanıtır: - Efendim, ben Adapazarı ’nda kuyumcuyum. Dün biri bana bir yüzük getirdi. Baktım içinde Adnan Menderes yazılı, hemen yüzüğü aldım ve sizden çalınmış olabileceğini düşünerek getirdim, buyurun efendim... Berrin Hanım, yüzüğün çalınmadığını söyler ve teşekkür ederek kabul etmek istemez. Fakat ısrar karşısında kabul etmek zorunda kalır.” *** Bugünlerde ölüm yıldönümünde andığımız rahmetli Üstâd (Necip Fâzıl), o meş’um yıllarda merhum Menderes için ‘O Zeybek’ isimli mersiyesini yazmıştı. Üstâd, satır aralarında sanki bugünkü darbelere de isyan ediyor: ‘Ne günedek böyle gider bu devran? Zeybeğim, bir sel ol, bir çığ ol, davran!’ Çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın güleryüzlü Sevgili Başbakanı Menderes’i minnet ve rahmetle yâd ediyorum. Seni şehit eden alçakların şimdi esâmisi bile okunmuyor; lâkin sen adını Türk tarihine hizmet ve sevgiyle yazdırdın. Rahat uyu benim tonton başbakanım... ‘Ağla, bir dinmeyen hasretle ağla; Zeybeksiz yolları gözetle, ağla!’
<< Önceki Haber BİR ŞEHİT: ADNAN MENDERES Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER