Atatürk’ün bütün hayatını anlatma derdine düşmek, filmi
ortaokul tarih kitabı sınırı içine hapsetmiş. Sevgili Can’ın göz ardı ettiği bir husus, gerçekte bir değil birkaç Mustafa’nın olduğu
Belgesel film üretmenin son derece zahmetli ve zor bir iş olduğunu biliyorum Gerçek manasıyla belgesel yapmak zor, Atatürk belgeselini yapmak zorun zoru... Şimdiye kadar yapılanların hepsi
kale alınmaya değmez şeyler.
Anıtkabir Derneği Başkanlığı yapan rahmetli
emekli General Turhan Olcayto’nun önerisiyle
kaleme sarılmış ancak yazdığım metnin nerede ve neden takıldığını öğrenememiştim. Aynı şekilde geçen sene de Türkmax dramatik nitelikte bir çalışmaya niyetlenip sonra caydı.
Gazeteciliğe başladığımdan bu yana Atatürk hakkında bir film yapılması konusu bizim devletin gündemindedir. Onlarca Amerikalı artist
Ankara’ya taşındı, Anıtkabir’e çıkarıldı v.s. 1980 ihtilali sonrası
darbeci konsey Atatürk
Filmi Sempozyumu düzenlemiş, açılış konuşmasını yapan Kenan
Evren ‘Aradan hayli zaman geçti, artık rakı içtiğini falan gösterebiliriz...’ demişti. Olmadı, yapılamadı... Atatürk’e benzeyen aktör bulamamaktan falan değil, neyin anlatılacağına, neyin anlatılmayacağına karar veremediğimiz için.. Yani filmin hikâyesi ne olacak dediklerinde donup kaldık hep.
Kaldı ki, işin doğrusu Atatürk’ün hayatı doğru dürüst yazılmış falan da değil.
Askerlik hayatı bellidir elbette; ama özeli daima bir sis perdesinin arkasındadır. Aklıma geldiği için söyleyeyim ‘Mustafa’da Atatürk’ün sekiz yaşındayken Van’da himayesine aldığı söylenen bir erkek çocuğu var. Abdürrahim Tunçok. Sağlığında gazetecilerle sohbetindeki ifadesi: ‘Ben kendimi bildim bileli ailenin yanındaydım’dır. Nitekim vefatından sonra yakınları Abdürrahim’in beş yaşında Akaretler’deki evde sünnetinde çekilmiş fotoğrafları olduğunu söylerler. Keza Fikriye Hanım’ın fotoğrafı etrafına örülen romantik hikâye az-çok bilinir ama, mesela Atatürk’ün manevi kızlarından Zehra’nın hayatı, dış temsilciliklerde ‘Bayan
Mustafa Kemal’ muamelesi gören bu kızın Atatürk’ün evlilik haberini aldığı gün
Fransa’dan
Türkiye’ye gelmek için bindiği trenden kendini atıp
intihar edişi v.s. üzerinde durulmaz bile. Durulmak istenmediğinden mi derseniz elbette hayır, ama bu konularla ilgilenmek devlet katında sıkıntı doğurur, kapıları kapatır da ondan. Zira Atatürk’e kendisinin dahi zarar verebileceği inancına sahibiz!.. Bundan dolayı not defterleri hâlâ kapalı.
Latife Hanım’ın evrakı da kapalı
Aynı şekilde ölene kadar evliliğine sadık kalan ve Atatürk’le ilgili olarak en ufak bir olumsuz beyanı olmamış Latife Hanım’ın evrakı da incelemeye kapalıdır. Saklanan, Atatürk’ün boşanma sonrası özür dileyen, tepkisinde haklı olduğunu anladığını ifade ettiği,
öfke anında verdiği karardan pişman olduğunu yazdığı mektuplardır Latife Hanım’ın sakladıkları.
Bu girizgâhı Atatürk hakkında eser üretmenin ne menem zor bir iş olduğunu ifade etmek için yazdım.
Şimdi ‘Mustafa’ya gelebiliriz...
Sevgili Can’ın şimdiye kadarki yapımları açık söylemek gerekirse onun romantik üslubuna hayran, ürettiklerini huşu içinde seyretmeye hazır kitlelerin beğenisine sunduğu, TV ekranlarına, özel gösterimlere ve DVD piyasasına dönük, deyim yerindeyse bir tür ‘kapalı
havuz ya da
akvaryum’ projeleriydi. ‘Mustafa’ ise kelimenin tam anlamıyla ‘açık denizlik’ iş.
Alkışlamayı sona bırakıp eleştirilerimi söyleyeyim... Atatürk’ün bütün hayatını anlatma derdine düşmenin filmi
Emin Oktay’ın ortaokul tarih kitabı ve kronoloji sınırı içine hapsettiğini söylemem gerek. Mustafa Kemal’in hayatındaki önemli dönemeç noktalarının çoğu ya bir iki cümleyle geçilmek zorunda kalınmış ya da büsbütün görmezden gelinmiş. Oysa
Can Dündar yeteneğinde bir kalem Atatürk’ün özeli dahil zincirdeki halkalardan herhangi birinin üzerine gitse herhalde ortaya çok daha iddialı bir yapım çıkardı. Her şeyden biraz anlatmaya çalışmak
lokanta tabiriyle ‘ortaya karışık/ şefin tabağı’ türünden bir şey çıkarmış.
Sevgili Can’ın bildiğinden emin olduğum ama her ne sebeptense göz ardı ettiği bir husus, gerçekte bir değil birkaç ‘Mustafa’nın olduğu. Örneğin, ‘Medeni Bilgiler’ kitabında yer alan la-dini cümleleri yazan da,
İslamiyet ve Hazreti Peygamber’le ilgili en övücü değerlendirmeleri yapan da odur. Geçen asrın büyük din âlimi Elmalılı
Hamdi Yazır’a hâlâ aşılamamış Kur’an tefsirini yazdıran, Buhari’nin hadis külliyatını tercüme ettirerek yayımlanmasını sağlayan kişidir Atatürk. Ve Elmalılı Hoca’nın Diyanet’le yaptığı sözleşmede yer alan, tefsirin nasıl hazırlanacağına dair maddeleri kaleme alan kişidir. Aynı durum arı dil yani
Türkçe’nin sadeleştirilmesi meselesinde de, ‘
Güneş Tarih Teorisi’ diye isimlendirilen maziyi farklı kalıba dökme girişiminde de vardır. Eski
silah arkadaşlarıyla arası açılmıştır açılmasına ama bunda sadece ideolojik görüş ayrılığının etkisi olduğu söylenemez. Yani devrimlere muhaliftiler onun için araları açıldı derken de ihtiyatlı olmak gerekir. Doğru; kumandanlar muhaliftiler devrimlerin bazılarına. Harf inkılabına,
şapka dayatmasına, hilafetin kaldırılmasına karşıydılar, ama aralarındaki soğukluk o zaman değil
Sakarya Harbi sırasında başlamıştı. Enver Paşa’nın Batum’da muhtemel bir muvaffakiyetsizlik halinde
Anadolu’ya geçip kendisini safdışı etmeye ve kumandayı ele almaya hazır beklediğini, üstelik kimi silah arkadaşlarının onunla temas halinde olduğunu öğrendiği günden itibaren uzaklaşmıştı Mustafa Kemal.
Alkışı sona bıraktığımı söylemiştim...
Eleştirilerime rağmen ‘Mustafa’ beni heyecanlandırdı ve açık söyleyeyim, izlemekten keyif aldım. Can’ın olağanüstü bir özenle ama aynı oranda cesaretle
Cumhuriyet’in kurucusuna yaklaştığı şüphe götürmez. Su gibi akan sade bir metin, iyi bir kurgu ve altlarında çağlayan Bregoviç’in müziği.
Mustafa’nın sponsorluk konusunda gereksiz tartışmalarla hırpalanmasına üzüldüğümü de söylemek istiyorum. Kimi gazeteci arkadaşlarımızın, Can’ın geçmişte yaptığı, yazının girişinde ‘havuz/akvaryum projeleri’ olarak nitelediğim çalışmaları gündeme getirerek ‘Mustafa’dan imalı, kinayeli cümlelerle bahsetmeleri de hoş değil.
Filmle iki
duvar yıkıldı
Üstelik ‘Mustafa’yla iki duvar yıkıldı.. İlki harcıâlem, makyaja dayalı benzetme gayreti ve genelde Milli Mücadele hikâyelerinin fonunda yansıtılmaya çalışılan Atatürk ilk kez dozunda, başarılı bir canlandırmayla sinema
seyircisine sunuldu. Yıkılan ikinci duvar beyazperdenin belgeselle tanışması. Nesli Çölgeçen’in Milli Mücadele’nin son kahramanlarını belgelediği çalışma geliyor bunun arkasından. Umuyorum, diliyorum ki devam eder ve sinema salonlarını belgesel izlemek için dolduran bir seyirci kitlesi oluşur...