Bir
Anayasa Mahkemesi var bu ülkenin. Yüzde 47 oyla
seçim sandığından çıkmış bir partiyi ‘
laiklik karşıtı’ ilan ediyor.
Ama aynı Mahkeme’nin Başkanı, bu memlekette doğru dürüst laiklik olmadığını belirtiyor. Laik bir memlekette ‘zorunlu din dersi‘nin de, bizdeki
Diyanet İşleri Başkanlığı gibi dine karışan uygulamaların da olamayacağını söylüyor.
Kısaca, Yüksek Mahkeme’yle Sayın Başkanı ayrı ayrı tellerden çalıyor. Yalnız bu çelişki bile bizim memlekette ‘laiklik sorunu‘nun varlığını apaçık gözler önüne sermiyor mu?..
Bunun gibi, hem laiklik ve
demokrasiden söz etmeyi seviyoruz, hem de başörtülü, türbanlı kızlarımıza üniversite yasaklanabiliyor bu memlekette.
Fırsat eşitliğini, din ve vicdan özgürlüğünü hiçe sayan demokrasi karşıtı bu yasakçılığı, parlamentonun 411’lik çok büyük çoğunluğuna ve kamuoyunun yüzde 70’ine rağmen devam ettirebiliyor Yüksek Mahkeme...
Akla ister istemez takılıyor:
Çoğunluk, laiklik karşıtı mı?
Yüzde 70, laiklik karşıtı mı?
Olmadıkları açık.
Ama ne var ki bu ‘çoğunluk‘la ‘
azınlık’ kavgası, en azından
Cumhuriyet’in kuruluşundan beri şöyle ya da böyle devam edip geliyor.
Anayasa Mahkemesi’nin demokrasiden pek hoşlanmayan, yani laikliği militanca
tarif eden zihniyeti bu memlekette ‘laiklik sorunu‘nun altını kalın biçimde çiziyor.
Bu öylesine bir laiklik tarifi ve uygulaması ki, bu memlekette yalnız başörtüsünü değil,
Kuran kursları ve imam hatipleriyle ‘din eğitimi’ni de, Aleviliği de sorun haline getiriyor.
Bir başka deyişle:
Bizdeki laiklik anlayışı, alaturka bir anlayış... Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç, karşı oy yazısında, “Bize özgü laiklik, bize özgü demokrasi yaratır” d
erken haklıdır.
Ve bu memlekette ‘bize özgülük’ sadece laiklikle sınır değildir. Bizim devletin üniterliği de bize özgüdür, yani ‘alaturka’dır. ‘Kültürel farklılıkları’ reddeden bir milliyetçilik anlayışına dayandırılmıştır.
1920’lerden itibaren
Kürtçe’nin yasaklanması, “Kürt yok Türk var!” politikasının devletçe benimsenmesi, bu memlekette bugünlere kadar gelebilen ‘üniter devlet’ anlayışının gereği sayılmıştır.
Nasıl ki ‘bize özgü’ laiklik anlayışı bu memleketteki ‘laiklik sorunu’nu sergiliyorsa, kültürel farklılıkları reddeden ve ‘bölünmez bütünlük’ diye de tanımlanabilecek bize özgü üniter devlet anlayışı da ‘
Kürt sorunu‘nu anlatıyor.
Ve işte laiklik diyerek, bölünmez bütünlük diyerek bu memlekette demokrasi ve hukukun gelişmesi engellendi, tam bir ‘
siyasi partiler mezarlığı‘na çevrildi bu memleket...
Bakın 27
Mayıs’a.
12
Mart’a, 12
Eylül’e.
28
Şubat’la 27
Nisan’a.
Hepsinde ortak nokta, demokrasiye duyulan inançsızlıktır, çoğunluğa duyulan güvensizliktir. Demokrasinin fazlası
Türkiye’yi ‘irtica’ya götürür, ‘bölünme’ye götürür zihniyetidir.
Bu kafa için denebilir ki:
Halk, kitleler cahildir; oyunu nasıl kullanacağını bilmez; çoğunluğa güven olmaz; bunun örneği 1950’dir; 1950’de iktidarın
halk oyuyla el değiştirmesi demokrasi değil, ‘karşı devrim’ olmuştur; yani demokrasiye erken geçilmiştir bu memlekette...
Bu kafa hala geçerlidir.
Ergenekon da bunun ürünüdür.
Bu memlekette “Demokrasiye erken geçilmiştir!” diyenler, 21. yüzyılda bile daha hala askeri bir
darbeyle demokrasiye tümüyle paydos edildikten sonra, ‘mıntıka temizliği’ yapılmasını istiyorlar.
Ordu içindeki ‘2003-2004 darbe tertipleri’ de, darbe ortamı oluşturmaya dönük kumpaslar,
gösteriler, siyasi
cinayet ve suikast tertipleri de “Demokrasiye erken geçilmiştir!” kafasının ürünüdür.
Ama tüm askeri darbe ve müdahaleleriyle bu kafa, bu memlekete bugüne kadar barış, huzur ve istikrar getirmedi. Bu kafa bu memlekete demokrasi ve hukuk getirmedi.
85 yıldır öyle.
Madem yarın
Cumhuriyet Bayramı, o zaman bu konuya bir gün daha devam etmenin tam zamanıdır.