Geçen haftanın son üç gününü birçok ülkede örgütlenmiş olan uluslararası
gençlik teşkilatı Cojep'in Doğu-Batı Buluşmaları (
Mardin-Cordoba) çerçevesinde düzenlediği sempozyum dolayısıyla Mardin'de geçirdim. Eski
TBMM Başkanı Bülent Arınç'ın da katıldığı sempozyum ve onu izleyen
atölye çalışmaları başarılı geçti.
Bu münasebetle hem
bölge siyasetçileri hem kanaat önderleriyle görüşme, fikir alışverişinde bulunma fırsatını buldum. Hemen belirtmek gerekir ki, bölge derin bir kaygı içinde olup bitenleri izliyor.
Aktütün baskını ardından Başbakan'ın
Diyarbakır'a gelip de açık alan yerine kapalı salonda konuşmayı
tercih etmesi,
Filistin sokaklarını andıran
gösteriler, DTP'nin grup toplantısını
Ankara yerine Diyarbakır'da yapması ve elbette Türkiye'deki cari resmi ve
sivil siyasetin ana reflekslerini çok iyi bilen Ahmet Türk'ün "soykırım" sözcüğünü seçerek kullanması kaygı verici istifhamlar
doğuruyor.
Bir yandan
PKK eylemlerini artırırken öte yandan DTP sivil yerleşim merkezlerinde kitlesel gösterilere ağırlık vermeye başladı.
Kürt sorununun salt bir "güvenlik veya
terörden daha fazla bir şey" olduğunu düşünenler durumun giderek kötüleştiğini görüp her geçen zamanın aleyhte işlediğini söylüyorlar. Türk, Kürt, Arap; resmî görevli, sivil kanaat önderleri görüştüğüm kişilerin ezici çoğunluğu mevcut konseptin yanlış olduğunu, Kürt sorununa bakışın ve PKK ile mücadelede kullanılagelen yöntemin temelden değiştirilmesi gerektiğini söylüyor. İsminin anılmasını istemeyen bazı resmî görevliler de bu kanaatte. Çok az kişi Van
Emniyet Müdür Yardımcısı Mustafa Uçkan kadar cesur ve gerçekçi konuşabiliyor. Uçkan, polis ile
halk arasında kaynaşmayı sağlamak amacıyla hazırlanan program çerçevesinde şunları söylüyor: "Terör örgütüne yönelik düzenlenen operasyonlar, bu programların yüzde 1'i kadar faydalı değil. Terör eylemlerinin başladığı yıllarda güvenlik güçleri olarak bölge insanıyla kaynaşsaydık o dönemdeki çocuklar şimdi dağda olmazdı. O yıllarda bölgeye atanan polisler 'barış gücü askerleri' gibi halktan kopuk bir tavır sergiliyorlardı."
Tabii ki "şahinler" aynı kanaatte değil. PKK, askerlerin kanlı
darbe yaparak yönetime el koyduğu bir atmosferde ortaya çıktı; 12
Eylül, Diyarbakır Cezaevi'nde terörü besledi, yüz binlerce insana nefreti, husumeti ve intikam duygularını yükledi. Kimse şimdi dağa çıkan veya sokaklarda
lastik yakanların, Diyarbakır Cezaevi'nde babalarına dışkı yedirilenlerin, utanç verici-insanlık dışı muamelelere tabi tutulanların çocukları olduğunu hatırlamak istemiyor. Dahası, bölgeyi sarma istidadı gösteren ateşe körükle gitmeyi öneren "bilim adamları" inanılmaz "zekâ ürünü" yeni yöntemler öneriyorlar.
Dicle Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Psikiyatri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aytekin Sır "Sokak gösterilerine katılan çocuklara devletin el koyması gerektiğini" söylüyor. "
Çocukların izinsiz gösterilerde kullanılmasının asıl sorumlusu anne ve babalardır. Çocuklara aileleri sahip çıkmıyorsa devlet sahip çıkmalı. Çocuklar sorumsuzca sokağa bır
akılıyorsa
kontrol altına alınarak yetiştirme yurtlarına yerleştirilmeli." (Zaman, 24 ekim 2008) Siz akademisyenimizin önerisini "çocuk temerküz kampları" olarak okuyabilirsiniz. Bu çocuklara daha çok marş ezberletip bir de sıra dayağından geçirirsek belki itaatkâr yurttaş olurlar. Demek ki bazen akıl tutulması oluyor, basiret bağlanıyor.
İlginç nokta şu ki, önümüzdeki yerel seçimlerin önemli aktörlerinden AKP'nin olaylara bakışı ve giderek klasik şahinler doğrultusunda değişen yaklaşımıdır.
Bu konuyu çarşamba günü ele alacağım. Bugün, AKP'lilerin de resmî görevliler gibi iki görüş beyan ettiklerine işaret etmek istiyorum. Neredeyse her AKP'linin biri "resmî", diğeri "hakiki" iki görüşü var. Resmî görüşü ifade ettiklerinde parti önde gelenlerinin fikirlerini tekrar ediyorlar, yerin kulağının sağır olduğundan emin oldukları ortamlarda AKP'nin benimsediği "yeni yaklaşım"ın yanlışlığını vurguluyorlar; ama onlar da rica ile isimlerinin referans gösterilmesini istemiyorlar.