Ama, ABD
başkanlık seçimlerinin önemi beyaz olmayan bir adayın muhtemelen ilk kez
Beyaz Saray’a gidecek olmasından kaynaklanmıyor.
ABD’de nüfusun sadece yüzde on ikisi
siyah; bu sayısal gerçeğe rağmen Obama’nın başkanlığa yürümesi sosyolojik açıdan muhakkak ki çok önemli ama ABD başkanlık seçimlerinin önemi ve ağırlığı ABD sınırlarını, ABD seçmeninin değişimini de çok çok aşan bir konu.
ABD başkanlık seçimlerinin önemi Joseph Biden’ın başkan yardımcılığını ise haydi haydi aşan bir konu.
Clinton sonrası ABD temel
siyaset tercihini değiştirmiş bir
ülke.
Barrack Obama başkan seçilirse yine muhtemelen
Bush döneminden çok farklı bir mecraya yönelecek ABD siyaseti.
Bu yeni tercih büyük olasılıkla Clinton dönemine daha yakın olacak ve tüm dünya ekonomisi ve siyaseti bu yeni yönelimden çok derin etkilenecek.
ABD zaten bir senede dünyada üretilen mal ve hizmetin yaklaşık üçte birini üreten büyük bir
ekonomik dev.
1901’den günümüze yaklaşık sekiz yüz
Nobel ödülü verilmiş, bunların 308’ini ABD’li bilimciler, edebiyatçılar almış.
ABD, ekonominin yanında aynı zamanda bir bilim ve sanat
üretim devi.
Ekonomide ve bilimde tartışmasız dev olursanız zaten askeriye için tartışmaya bile gerek kalmıyor.
4
Kasım 2008’de başkan değişimi yaşayacak ABD böyle bir ülke.
Ve bizler, özellikl
e devlet bürokrasisi ABD başkanlık seçimlerine sadece Obama’nın ya da Joseph Biden’ın rum lobisine yakınlığı ya da ermeni soykırım tasarısına verilip verilmeyeceği bile belli olmayan
destek açısından yaklaşıyoruz.
Buna şaşılık denmez de neye denir?
ABD başkanlık seçimlerinin sonucu
Türkiye’nin geleceğini de çok yakından etkileyecek.
Bu kaçınılmaz bir sonuç.
Türkiye ekonomisi yani
büyüme ve istihdam,
terör meselesi ve tüm bunlara bağlı olarak siyaset, hatta
Mart yerel seçimleri ABD başkanlık seçimlerine büyük ölçüde endeksli.
Bu tartışmasız gerçeğe rağmen bürokrasinin bir bölümünün, basının ve sözde kanaat önderlerinin azımsanmayacak bir kısmının ABD başkanlık seçimlerine rum ya da ermeni meselesi üzerinden bakmasının anlamsızlığını hatta, tabiri mazur görün, aptallığını görmek gerekiyor.
İnşallah,
Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine de bu perspektifle, mesela
Kıbrıs meselesinde bir adım öne geçme dürtüsüyle yaklaşmıyoruzdur.
Küresel kurumlara ve dünya liderliğinin el değiştirmesine çok
küçük pencerelerden bakmanın kimseye yararı yoktur, Türkiye’ye de hiç yoktur.
Bu kadar dar perspektifli, tüm küresel sorunlara bu kadar kısa vadeli yaklaşımın anlamsızlığı ortada.
Yirmi gün önce dünyanın en büyük tarihçileri, içlerinde ingiliz Eric Hobsbawn, fransız Jacques Le Goff da var, parlamentoların tarihsel olaylarla ilgili karar üretmelerini tarihçinin akademik bağımsızlığına bir
darbe olduğuna yönelik bir
bildiri yayınladılar, bu bildiride 1915 meselesine de doğrudan gönderme yaptılar, işlerin ne zaman Aziz Barthelemy katliamının (16.yy) parlamentolarca sorgulanmasına kadar gideceğini alaycı bir üslupla ele aldılar ama bizler bu bildiriyle de pek ilgilenmedik.
Oysa, bu tarihçi grubunun tezleri mesela bizim resmi tezlerle çok örtüşüyordu ama bunla dahi ne bürokrasi ne de basın hiç ilgilenmedi.
Bu kadar kendine dönük olmayı birileri yanlış bir yaklaşımla eski emperyal geleneğe bağlıyorlar.
Oysa, emperyal gelenek demek, doğrudan seni ilgilendirmeyen konularla ilgilenmek demek.