Devlet ve hükümetim adına yakınlarından özür diliyorum.
Sorumlular bulunacak, hak ettikleri cezayı alacaklardır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın."
Olayı biliyorsunuz; Metris Cezaevi'nde
tutuklu iken işkence görerek öldüğü ileri sürülen Engin Ceber hadisesi hakkında yapılan tahkikat sonucunda
Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin, iddianın doğruluğunu kabul ederek Ceber'in yakınlarından "devlet ve hükümet adına" özür diledi.
Şu ana kadar 19 kişi görevinden uzaklaştırılmış,
soruşturma hâlâ sürüyor.
Bu bir ilk.
Bu bir devrim; belki yeni bir dönemin başlangıcı sayılacak kadar iyimser nitelikler taşımıyor ama devlet-
toplum ilişkilerini yerinden kımıldamaz kılan o ağır taşın yerinden oynadığı da bir gerçek.
Türkiye, gözaltına aldığı, tutukladığı insanlara karşı kötü davranışlarıyla sâbıkalanmış bir ülkeydi. Dağ başlarında işlenen
faili meçhul cinâyetler bir tarafa,
sivil ve askerî cezaevlerinde başından kötü işler geçmiş, eziyet görmüş, onuru aşağılanmış, dövülmüş, sövülmüş ve canından olmuş nice insan hâlâ aramızda yaşıyor.
Varlığı fiilen bilinen ama devlet ve hükümet katında bugüne kadar hiç resmen
itiraf edilmeyen bir onursuzluktu bu; işkence görenleri, kötü muameleye uğrayanı elbette incitiyordu ama, böyle şeyleri sessiz bir sükûtla karşılayıp geçtiğimiz için bizi, hepimizi daha çok aşağılıyordu.
Adalet Bakanı'nı şahsım adına
tebrik ederim. Sağcısı-solcusu ile gelip geçen onlarca selefi içinde, devlet güçlerinin işlediği sistematik bir ayıbı kabul ederek halkından özür dileyen ilk devlet adamıdır kendisi ve belli ki hükümet bu tavrın arkasında durmaktadır.
Bu itiraf, acı ve kan lekeleriyle kirlenmiş
infaz tarihimizde sabunla yıkanmış
küçük bir sayfa olarak kalmamalı; bu doğru tutum devam etmeli, hatta daha ileriye giderek geçmişte cereyan eden bu gibi olaylar hakkında da soruşturmalar açılmalı, infaz sistemi içinde görevini suistimal etmeyi alışkanlık haline getirmiş unsurlardan
hesap sorulmalıdır.
*
Dünkü
Taraf gazetesinin verdiği haber, "Mavi kuvvetler ne kadar
mavi?" sualinin anlamı üzerinde yeniden durmamızı gerekli kılıyor; Dağlıca'da olduğu gibi
Aktütün baskınının da adeta davul-zurna çala çala gelmesi ordunun itibarını sarsmıştır. İnsansız hava araçlarından görüntülerin basında yayınlanabilmesi, orduyu âcil bir vecibeye dâvet ediyor; şudur:
Genelkurmay bu ihmâlin sebeb ve müsebbiblerini derhal soruşturmaya başlamalı ve kamuoyunu soruşturma safahatından günü gününe haberdar etmelidir. Artık gizli-saklı tutulamaz ve güvenlik gerekçesiyle gizli tutulmasının mânâsı kalmamıştır.
"Mavi kuvvetler..." yazısının meâli işte bu nokta üzerine yoğunlaşmıştı; Silahlı Kuvvetler'imiz, artık "en çok güvenilen kurum" efsânesinin gölgesinden çıkarak güvenilirliğini açık ve demokratik usuller aracılığı ile bir daha tesis etmek için kafa yormalıdır. Görünüyor ki ordu, kapsam ve ağırlığını henüz bilemediğimiz bir yıpratma operasyonunun konusu haline getirilmiştir ve bugüne kadar sürdürülen retoriği devam ettirerek vaziyeti idare etmek imkânı kalmamıştır.
Adalet Bakanı'nın açıklamasıyla aynı mealde bir Genelkurmay bildirisi çok anlamlı olur.
Ve gırtlak hâlâ dokuz boğum.