Ahmet Hakan gibi mahalleye yeni taşınanlardan olmadığım için elim ayağıma dolaşmadı ama
Genelkurmay Başkanı’nın kışkırtıcı olmayan samimi açıklamalarından etkilendiğimi söyleyebilirim.
İki gazeteci arkadaşımız 28
Şubat, 27
Nisan, cemaatler ve tezkere konusundaki ‘
tahrik edici’ sorularla
siyaset minderine çekmeye çalıştılar ama Başbuğ, soğukkanlılığını korumayı bildi ve siyasi tartışmaları körükleyecek yeni alanlar açmadı.
Bu konudaki gözlemlerimi daha ayrıntılı yazmayı düşünüyordum ama dün şahsımı
hedef alan yayınlar karşısında rotayı çevirmek zorunda kaldım.
Efendim,
Ergenekon iddianamesi eklerinde rastladığım
Tuğrul Türkeş ile Güler Kömürcü arasındaki
telefon diyalogunu haberleştirmemden birileri rahatsız olmuş. Kimler? Biri
Sabah Yazarı
Hıncal Uluç, diğeri Akşam Yazarı
Oray Eğin...
Uluç’un yazısını ayrıntılı olarak okudum. Son derece dikkatli bir üslupla kaleme alınmış, hiçbir bölümünde en ufacık
hakaret, aşağılama,
küfür ve tehdit yok. Bir iki
küçük teknik hata dışında sağduyulu bir yaklaşımla eleştirmiş. Bir yerde ustalığını konuşturmuş.
Herkes eleştirebilir. Yeter ki tehdit, küfür, hakaret olmasın. Yanlış yapmış olabiliriz, maksadı aşan ifadeler kullanmış olabiliriz, bu durumda çıkar özür dileriz. Çünkü özür dileminin bir erdem olduğunu en iyi bilenlerdenim.
Bir de Hıncal Uluç’a öykünen ama eline yüzüne bulaştıran Akşam’ın sonradan yetme yazarının hakaret,
iftira, aşağılama ve tehdit kokan yazısı var.
Serdar Turgut’un ‘vanilyalı prezervatif arkadaşı’ bu yazarın, yazısıyla ilgili yasalardan kaynaklanan hakkımı koruyacağım, davamı açacağım.
Ergenekon kime kaldı?
Öncesinde şu mevzua açıklık getirmek gerek.
Tuğrul Türkeş ile Güler Kömürcü arasındaki telefon diyalogları,
özel hayat kapsamında açıklanacak bir durum değildir.
Biri etkin bir politikacı, diğeri Ergenekon sanığı bir
köşe yazarı. Aralarında duygusal bir ilişki yok. Köşe yazarı, Ergenekon sanıklarından Mehmet
Zekeriya Öztürk’le de evli. Kimin eli, kimin cebindedir, Oray da grubun içinde midir, bilmem, beni de ilgilendirmez. Ama bu karmaşık ilişki ağı, Ergenekon’u koruma ve kollamaya, sulandırmaya dönüşüyorsa, yani özel ilişkiler politik tavır olarak şekilleniyorsa kusura bakmasın bu bir gazetecilik faaliyetidir.
Bakın, Tuğrul Türkeş’in Ergenekon’la ilgili tek faaliyetinin ne olduğunu biliyor musunuz? 24
Mart 2008 günü
TBMM Başkanlığı’na
soru önergesi verdi ve Türkler açısından bu kadar kutsal bir ismin bu örgüte neden t
akıldığını sordu.
Savcının silahlı
terör örgütü olarak tanımladığı örgüte kimse isim takmamış, aksine örgütü kuranlar o ismi koymuştu. Ergenekon üyelerine kızmak yerine savcı ve polise tepki göstermenin sebebi, Ergenekon sanıklarıyla kurulan duygusal ilişkiden kaynaklanmış olabilir mi? Acaba hiç bu yönüyle düşündük mü?
Kaldı ki, bir gazeteciyle siyasetçinin kurduğu ilişki bu kadar laçka mı olmalıdır? Böyle bir ilişki, medya özgürlüğü önündeki bir engel değil midir? Siyasetçinin toplumdan aldığı yetkiyi kullanma hakkını örselemez mi? Kamuoyuna mal olmuş siyasetçinin, gazetecinin bu sapkın konuşma diyalogu, özel hayat kapsamına girer mi? Güler Kömürcü ile
Sedat Peker’in benzer içerikteki telefon konuşmalarını
Milliyet manşete taşıdığı zaman özel hayat rafa kalkar mı?
Bu soruların cevabını onlar da iyi biliyor. Ama dertleri başka. Üzerimizden cezaevindeki Ergenekon sanığı arkadaşlarına moral vermeye çalışıyorlar. Oray’ı da sahaya sürmüşler. O görevini yapıyor.
Yazık! Koca Ergenekon’u savunmak kime kaldı. Eski futbolcuyum, Oray’ın da hakkından gelirim ama kime ne yararı var?
Sözüm akıl hocasına. Geçenlerde bir özel televizyonun başarılı haber sunucusunu arayıp, ‘Ergenekon’la ilgili haberleri çok inandırıcı veriyorsun, bundan sonra senin ve senin gibilerle uğraşacağız, cezaevinde arkadaşlarım var, sana burayı dar edeceğim. Yıpratmak için gerekirse iftira atacağım’ dedi.
Nitekim ellerindeki internet sitelerinden iftiraya başladılar, devam ediyorlar. Oray’ın ‘Meydan boş değil ama bilesiniz’ sözü de bu ruh ikliminden besleniyor.
Hodri meydan. Elinizden geleni ardınıza koymayın. Tuğrul Bey, Güler Hanım, Oray (neyse)... İster tek tek ister grup grup...