İlaç İşverenleri'nin 1970'lerdeki bir toplantısında,
Nejat Eczacıbaşı o dönemin İlaç ve
Eczacılık Genel Müdürü olan Dr. Sadi Bilginsoy'u ağır bir dille eleştiriyordu.
Eczacıbaşı
girişimci olarak ilaç sanayicilerinin aldıkları riskleri, karşılaştıkları zorlukları sıralıyor ve Sadi Bilginsoy'un ilaç
fiyatlarına yapılması gereken zamları engelleyerek sorumsuz davrandığını söylüyordu.
Nejat Eczacıbaşı'ndan sonra kürsüye gelen diğer sanayiciler de Sadi Bilginsoy'u ağır dille eleştirdiler.
Dr. Bilginsoy bütün bu konuşmaları oturduğu yerden gülümseterek izledi. Sonra kürsüye o geldi. Aradan geçen 30 yılı aşkın süre ertesinde aklımda kaldığı kadarı ile şunları söyledi:
- Beyler, siz ürünlerinizi daha iyi fiyata satmak istemekte haklısınız. Ancak bu ilaçları bankada milyonları olan
zenginler de, cebinde meteliği olmayan dağdaki
çoban da kullanıyor. Benim görevim sizin zarar etmemenizi ve işlerinizi geliştirmenizi sağlarken, ilaçların da geniş kitleler tarafından satın alınabileceği fiyat dengesini bulmaktır.
Bu sözleri söyledikten sonra derin bir nefes alıp ve şunları eklemişti:
- Bana ve makamıma ilişkin olumsuz sözlerinize gelince... Evet ben sizlerden daha
yetkiliyim. Çünkü kamu görevlisiyim. Eğer sizler de benim yetkilerime sahip olmak istiyorsanız, çocuklarınızı işletmelerinizi ileride yönetmeleri için değil, ilerid
e devlet memuru olmaları için yetiştirin.
Kamu görevlisi olmak
Bu olayı "bürokrasigirişimci" ilişkileri açısından ele almak tabii ki mümkün.
Ama genel olarak "seçilmiş ve atanmış
kamu görevlileri" ile "girişimciler" arasındaki ilişkilere bakmakta daha fazla yarar var.
Bugün
Başbakan Erdoğan ile
Aydın Doğan arasında süren gerginlik de, bu açıdan ele alınabilir.
Bürokratlar da, iktidardaki siyasetçiler de, nihai değerlendirmede "Hizmet" için vardır. Sahip oldukları kamu gücünün onlara getirisi, neticede bir "Aferin"dir, bir "Teşekkür"dür.
Geçici bir dönem ellerinde bulundurdukları kamu gücünü evlatlarına devredemezler.
Rüşvet almayan,
hırsızlık etmeyen, yolsuzluklara karışmayan memurlar ve siyasetçiler için, durum budur.
Girişimciler de, yatırımları, yarattıkları istihdam, ekonomiye kattıkları artı değerlerle ülkelerine ve toplumlarına
hizmet ederler.
Ama girişimciler için öncelik "Hizmet" değil "Kar"dır, "Büyümek"tir,
sermayelerinin güvence altında bulunmasıdır ve gelecek kuşaklarına borç değil, varlık bırakmaktır.
İdeolojik saplantılar
Toplumun farklı sınıfları ve kesimleri arasındaki dengelerin sağlıklı yürütüldüğü ülkelere, "Gelişmiş
demokrasi" deniliyor.
Bu ülkelerde yasalarla belirlenmiş yetki alanlarına bütün taraflar saygı gösteriyor.
Daha da önemlisi, kamu görevi yapan atanmış ve seçilmiş insanların hizmetleri görmezden gelinmiyor.
Seçilmişler sürekli aşağılanmıyor.
Özellikle kitleye dönük merkez medyalar, ideolojik saplantılarla (veya çıkar hesapları ile), seçilmişleri şu ya da bu şekilde damgalamıyorlar. Kitle gazeteleri fraksiyonların organıymış gibi yayın yapmıyorlar.
"Eleştirmek" ile "Karalamak" arasındaki ayrımlara özen gösteriliyor.
Yakın geçmişimizde de, ülkelerine hizmet eden insanlara, ya onlar öldürüldükten ya da öldükten sonra teşekkür edebildik.
Galiba Tayyip Erdoğan'ın (bence aşırı ve gereksiz) öfkesinin arkasında bu güdü var.
Günün 24 saatini, güvenlikten ekonomiye, dış ilişkilerden teröre uzanan alanlarda, sadece ülkesine hizmet için ayıran bir siyasetçinin, eleştirilirken, arada bir hizmetlerinin de fark edilmesini beklemek, herhalde hakkıdır. Çünkü onun hizmetleri, sadece dağdaki çobana değil, Aydın Doğan'ın aralarında bulunduğu girişimcilere de dönüktür.
Kim kaybeder?
İşin garibi, bu hizmetleri en fazla değerlendiren girişimcilerden birisidir Aydın Doğan.
Sonuca gelirsek.
Bu
kavga ve neden olan saplantılı ve önyargılı tutumlar terk edilmelidir.
Dün Akşam'da Deniz
Gökçe pek doğru olarak şöyle yazmıştı:
- Geçtiğimiz günlerde ilan edilen verilerde 2002'den bu yana ilk defa, parti
kapatma,
Ergenekon gibi olaylar ortasında,
büyüme yarıya iniyor. Tüketim ve yatırım duruyor, ortalık karışmasın diye
bütçe iyice sıkılıyor ama doğrudan
yabancı sermaye girişi duruyor, enflasyon ve
faiz yukarı zıplıyor. Peki biz ne yapıyoruz?
Medya hükümetle kavga ediyor!
- Avucumuzda duran sarsıntı, durgunluk ve
ekonomik zafiyet, dış alemden
ithal mı, yoksa içeriden mi? Yoksa her ikisinden mi?.. Bir kere daha bıçağı kendi kendimize saplamış bulunuyoruz. İntihar ediyor gibiyiz. Acıdır, medyahükümet kavgası biraz daha devam ederse ortada
Türkiye kalmayacak! Kaldı ki daha
Avrupa tam çökmedi, henüz etkisi bize pek gelmedi. Bu kavganın galibi olmayacak, her taraf kaybedecek. Başta vatandaş!