GEÇEN perşemde günüydü; telefonda Prof. Kemal Celal
Şengör, kısa bir hal hatır konuşmasından sonra telefonu
Kemal Gürüz’e verdi.
Eski dostum Gürüz’e günlerce kendisini aradığımı, telefonu kapalı olduğu için sadece ‘geçmiş olsun’ mesajı çektiğimi anlattım.
“Telefonumu aldılar, hâlâ vermediler” dedi. Soruşturma gizli olduğu için, aramızda kalması kaydıyla, sorgulanmasını ayrıntılarıyla anlattı. Dün
Fikret Bila’ya ve
Ahmet Hakan’a anlattıklarını da dikkatle okudum...
Ergenekon soruşturmasında ‘şüphe’ kavramı, aşırı geniş tutulduğu şeklindeki endişem arttı!
Bu endişemi daha önce de defalarca yazmıştım.
Elbette ortada ‘Ergenekon’ denilen yasadışı bir örgütlenme var; kargaşa yaratarak bir
darbeyi provoke etmeyi amaçlıyor. Aklı başında hiç kimse bunu inkar edemez. Soruşturma sonuna kadar yürütülmelidir; bu bir...
İkincisi, bu gerilimli soruşturmada hukukun çizdiği sınırlara daha bir özen gösterilmelidir.
‘Şüphe’ de demek?
Kemal Gürüz keskin siyasi tavırları olan bir akademisyendir, eski YÖK başkanıdır. Onun sık sık gazetecilerle, kendisi gibi düşünen rektörlerle, dekanlarla, hocalarla görüşmesi, hükümetin ve YÖK’ün aleyhine sert konuşmalar yapması acaba “darbe” hazırlığının bir uzantısı mıdır?!
İçinize böyle bir ‘şüphe’ düşmüş olabilir. Ama hukuk içimize düşen her şüpheyi ciddiye almaz! Bir kişiyi gözaltına almak için hukuk iki sınır, iki şart koymuştur:
Kişiyi gözaltına almak, soruşturma yönünden zorunlu olmalıdır.
Kişinin suçu işlediğine dair şüphelerinizin olması yetmez, o suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin bulunması gerekir. (CMK. madde 91)
Gürüz örneğine dönersek, gözaltına almak “zorunlu” muydu? Daha önemlisi, bu gibi kişilerin, darbe hazırlıklarına katıldıklarını düşündürecek “emareler” var mıydı?!
“Emare”ler ne olabilir? Mesela Gürüz’ün eleştiriden öteye darbe amaçlı örgütsel toplantılara katılmış olması, ‘
muhalif’ konuşmalardan öteye “kargaşa çıksın, ordu müdahale etsin” anlamında konuşmalar yapmış olması falan gibi bulgular!
Böyle “emareler” yok, çünkü sorulmamış zaten.
Öyleyse Gürüz hakkındaki “şüphe” duyulmuşsa bu içlerde kalmalı, o gözaltına alınmamalıydı.
Tarafsız yargı
Demokratik hukuk,
Fransız Devrimi’ndeki “şüpheliler kanunu”nu veya bizim Takrir-i Sükun dönemindeki “şüphe” anlayışını asla kabul edemez. Elbette bugün, o boyutta bir durum yok. Hatta Ergenekon savcıları muhakkak ki çok zor, çok karmaşık bir adli görevi cesaretle yürütüyorlar; bunu takdir etmek gerekir.
Ama
arama ve gözaltılarda çok daha ‘hukukla sınırlanmış’ olarak hareket etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu, soruşturmayı zayıflatmaz, güçlendirir.
Kemal Gürüz, benim çeyrek asırlık arkadaşımdır. YÖK Başkanlığı ve 28
Şubat sürecinde onu şiddetle eleştirdim. Çünkü, 28 Şubat müdahalesinin en aktif elemanlarından biriydi. Bir süre konuşmadık. Beni mahkemeye verdi,
beraat ettim.
Demokrasi, otorite, özgürlükler gibi konularda onunla anlaşamayız. Ama mesela üniversite yönetimlerinin mütevelli heyetlerce belirlenmesi konusunda aynı görüşteyiz.
Mesele Sayın Gürüz’ün şahsı değildir. Derdim şu: Hukuk, farklı görüşler çatıştığı zaman bir şeyin “uyanık bekçisi” değil, “tarafsız
hakem” olarak görülecek konumda bulunmalıdır. Çeşitli yargı kararlarını da aynı açıdan eleştirmiştim zaten.