Rabbimiz yağmur vermeyince kuraklıklar, kıtlıklar gelmeye başlıyor.
Bol verip, bardaktan boşanırcasına yağdırınca âfât ve sel baskınlarına yol açarak bir türlü azap oluyor. Biz yağmuru rahmet olarak biliriz. Onunla canlara can katar Rabbimiz. Sonbaharla birlikte ölümü tadan bitkileri ilkbaharda onunla yeniden diriltir.
Yağmur can demek, diriliş demek; ölümsüzlüğü tatmak isteyenlere hayatın kaynağından gelen
ilahi ikram demek...
Âlemlerin Rabbi,
Ramazan'ın son günlerine doğru yağmurla rahmetini hissettirdi bize. İnşallah oruçlarımızın makbul olduğunu, af ve mağfirete mazhar olduğumuzu, zekâtlar, fitreler, sadakalar ve karşılıklı iftarlarla hoşnutluğuna mazhar olduğumuzun sevincini de ahirette yaşatır bizlere...
Şeytanların zincire vurulduğu, nefsin, oruçla sesinin kısıldığı günlere elveda demek üzereyiz. Ramazan hayatımızı
tatlı tatlı etkilemeye ne kadar devam edecek acaba?
Bayram sabahı ilk kahvaltıyla yeniden başa mı döneceğiz? Yoksa Ramazan'da tattıklarımızdan sonra asla eskisi gibi olmak yok. Bir dahaki Ramazan'ı da -
Allah nasip ederse- kulluk çıtasını daha da ilerletmek ve her Ramazan'ı yeni bir sıçrama rampası yapmak üzere kararlı mı davranacağız?
Şevval ayının altı gün orucu ve her haftanın
pazartesi-perşembe oruçlarıyla Ramazan hissiyatını yıl boyunca devam ettirip, gelecek Ramazan'a hazırlıklı girebilecek miyiz?
Kalıcı olan bunlar aslında... Ramazan her birimize inceden inceye hissettiriyor hayatın gerçek olan taraflarını. Fâniyât ve zâilâtın hiçlik ve yokluk acılarını ruhumuza içirerek bizi terk edip gidişini... Sabırlı davranıp, iyice ihtiyaç duyunca yediğimiz nimetlerin aslında ne kadar leziz olduğunu...
İsraf ve damak tadıyla sınırlı alışkanlıkların o lezzetleri nasıl da hissedilmez ve farkına varılmaz hale getirip, sıradanlaştırdığını... Tabii ki, sıradanlaştırmanın da şükrü öldürüp, nankörlüğü yaygınlaştırdığını...
Ama nefis var işte...
Mevlânâ'nın dediği gibi "Nefis sinek gibi bulaşık kaplara konmaktan hoşlanmasaydı, göklerde pervaz eden Zümrüdüanka olurdu."
Nefsten Zümrüdüanka çıkarma imkânı varsa o da bizim vazifemiz olsa gerek. Nefis elimizden tutup bizi uçuracak değil ya!
Evet, son iki gün ve son iki gece...
Bizi nimetleriyle donatan, ikramlarıyla rahmet ve merhametini gösteren, her türlü nankörlük ve umursamazlığa rağmen nimetlerini kesmeyen, hayatı elimizden almayan, geçmiş kavimlerde olduğu gibi bizi toptan helak etmeyen Rabbimize yönelmek için iki gün ve iki gece...
Kendimiz için istemişizdir. Atamız ve evlatlarımız için de istemişizdir O'ndan... Ya O'nun için... O'nun değer verdiklerini değerli kılmak, yanlış olarak bildirdiklerinin önünü almak için ellerimizi açtık mı?
Allah'ım sen vermek istiyorsun, ben de rahmetinin enginliğinden umuda kapılıp, ihsanlarını kullarına ulaştıran bir ulak olmak ve senin rızandan başka hiçbir şeye ram olmamak istiyorum. Senden habersiz, mağrur ve mütekebbir yaşayanların yaptıklarından utanıyor; inanmış birisi olarak kendi gaflet ve günahlarımı hatırladıkça yerin dibine geçecek gibi oluyorum. Senin adını, hakkı, dini yüceltmek; imandan, İslam'dan, ihsandan geçip rızana uzanan yolda sarsılmadan yürümek istiyorum. İrademe kuvvet ihsan eylemezsen, kalbimin kapılarını ağyara kapatacak ciddiyet lutfeylemezsen benim başarabileceğim bir şey yoktur. Yeryüzüne rahmetinle teveccüh buyurduğunu gösteren yağmur damlalarını getiren meleklerine ihtiyacımı arz ediyor, dünyayı şükürlerle dolu hale getirerek, cennete çevirmekte istihdam ettiğin kullarının arasına girmeyi umut ediyorum, gibi dualarda bulunduk mu?
İki gün ve iki gece daha var. Ve bu iki güne çok şey sığdırmak mümkün...