bu yazıda, 89. kuruluş yıldönümünü kutladığımız
TBMM'nin açılış günü kurbanlar kesildiğini,
Sakal-ı Şerif taşındığını, mevlit okutulduğunu filan yazacak değilim. Amacım, TBMM'nin aslında yeni bir meclis olmadığı, daha doğrusu
İstanbul'daki meclisin bal gibi devamı olduğunu ortaya koymak.
Yalnız bunu yapabilmek için tarihin en sıkıcı faslı olan zaman dizimini (kronolojiyi) bir miktar hatırlamamız gerekiyor.
12 Ocak 1920'de İstanbul'da
Meclis-i Mebusan açılır. 28 Ocak'ta Misak-ı Millî ilan edilince işgal kuvvetleri öfkelenir. 4 Mart'ta Celaleddin Arif, Meclis başkanlığına seçilir. 16 Mart'ta İstanbul resmen işgal edilir. 2 gün sonra Meclis son olarak toplanıp
tatile girer. 2
Nisan'da
Salih Paşa kabinesi
istifa eder. Artık İstanbul'da yapılacak iş kalmamıştır. 9 Nisan'da birçok milletvekili gibi
Meclis Başkanı Celaleddin Arif,
Ankara'ya gelir ve 10 Nisan'da bir
bildiri yayımlayarak milletvekillerini Ankara'da toplanmaya davet eder. Ertesi gün
Sultan Vahdettin Meclis'i feshettiğini bildiren iradeyi yayımlar. 2
1 Nisan'da
Mustafa Kemal Paşa, Meclis'in 2 gün sonra açılacağı ilan eder. Ve
23 Nisan.
Olaylar zincirini bu şekilde okuyunca İstanbul-Ankara sürekliliği daha net kavranabiliyor ve tarih kitaplarımızdaki saptırmalardan sıyrılabiliyoruz. Ancak yine sabrınızı istirham ederek olaylar zincirini 10 gün daha sürdürmek istiyorum.
24 Nisan'da M. Kemal Paşa Meclis Başkanı seçilir, C. Arif Bey ise 2. başkandır. Aynı gün ilk
kanun çıkar. Ne kanunu bu, biliyor musunuz? "Ağnam", yani
koyun keçi vs. vergisi kanunu. İşin ilginç yanı şu ki, bu kanun, İstanbul Meclisi'nin son görüştüğü kanundur.
Ankara'da
Osmanlı meclisi
Başkan aynı,
gündem aynı, milletvekillerinin çoğu aynı, daha da çarpıcı olanı, mantık aynı. Evet, bu düpedüz bir 'Osmanlı' meclisidir.
Şimdi birileri kızacak ama "Osmanlı meclisi" tabirini ben değil, Mustafa Kemal Paşa kullanıyor. Nerede? TBMM'de. Ne zaman? 24 Nisan'da. Beraber okuyalım:
"Meclisimizde şekillenen ve tecelli eden milli kudretimiz hilafet ve saltanat makamını
yabancı baskılarından ve Osmanlı Devleti'ni dağılma ve esaretten kurtaracak tedbirleri alacaktır. Heyet-i Temsiliyemiz Osmanlı kanunlarının yürürlüğünü temin etti. Bu dakikadan itibaren Osmanlı milletinin akıbetinden sorumluluk, muhterem
heyetinizin faaliyet sebebi olacaktır."
Şimdi bu fikirleri yukarıdaki olaylar zincirine bağlayarak tekrar okuyalım:
1. Milli kudretimiz TBMM'de şekillenmiş olup bu meclis hilafet ve saltanatı kurtaracak, dahası Osmanlı Devleti'ni dağılmaktan koruyup özgürlüğe çıkaracaktır.
2.
Erzurum Kongresi'nde kurulan ve M. Kemal Paşa'nın başkanı olduğu Heyet-i Temsiliye, 'Osmanlı kanunları'nın yürürlüğünü sağlayan
organ olmuştur.
3. Asıl önemlisi, milletvekilleri 'bu dakikadan itibaren' 'Osmanlı milleti'nin, yani
Org. İlker Başbuğ'un açıkladığı anlamda '
Türkiye halkı'nın sorumluluğunu üstlenmişlerdir.
manzara, aşağı yukarı
Fransa'nın İkinci Dünya Savaşı'nda ikiye bölünmesini andırır.
Fransız kuvvetleri
Almanya karşısında yenilince bir kısmı Vichy'de bir hükümet kurmuş ve işgalcilerle iyi geçinmeye çalışmış, diğer kısmı ise Afrika'ya geçerek silahlı mücadele birlikleri meydana getirmişti ama sonunda iki Fransa birleşmesini bilmişti.
Aynı şekilde 1920 Türkiye'si de ikiye bölünmüştü; başkenti işgal edilmiş, devlet başkanı düşmanın elinde
esir kalmıştı. Ama halk direniş cepheleri oluşturmuş, milletvekilleri başkentten Anadolu'ya geçmiş, meclis faaliyetine Ankara'da devam etmişti. Ayrı bir devlet kurmak için Ankara'ya gidilmediği şuradan bellidir ki, 1921 Anayasası, asla bir devlet başkanı öngörmemiştir. Neden? Başkan İstanbul'daki padişahtır da ondan. Bayrak bile aynı; sadece hükümetler farklıdır.
Lozan'da asıl korku neydi?
İlginçtir, bu hükümetin kuruluşu, yabancı ülkelerin devletlerin başkanlarına değil, dışişleri bakanlıklarına bildirilmiştir. Bu da 'Biz yeni bir devlet kurmuyoruz.' mesajının anlamlı bir parçasıdır. Öyle ya, işgal altındaki topraklarda yeni bir devlet kurmaya kalksanız sizi kim tanıyacak, varlığınızı kime kabul ettirecektiniz? Böylece aynı devletin içinden yeni bir hükümetin doğuşunun başlangıcı olduğu daha iyi anlaşılır 23 Nisan'ın. Bu hükümet nihayet 29
Ekim 1923'te Osmanlı'nın yerini alacak ve bir devlet başkanı seçmek gereğini duyacaktır. Oysa o tarihte Vahdettin yurtdışına çıkalı 1 yıl olmuştur.
O zaman bir soru: 1922 Kasım'ından 1923 Ekim'ine kadar devlet başkanımız kimdi?
Atatürk mü? Ama o Meclis Başkanı değil miydi? Rauf Orbay? O
Başbakan değil miydi? Halife Abdülmecid? Sadece Halife değil miydi? Cevap, TBMM olacaktı. İşte 10 Ocak 1923 günü
Bediüzzaman Said Nursi'nin milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada söylediği o cümlenin anlamı burada gizli: "Şu Meclis'in şahsiyet-i maneviyesi [ortak kişiliği], sahip olduğu kuvvet cihetiyle mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir [saltanatın içeriğini üstlenmiştir]." Bir ay sonra Mustafa Kemal Paşa,
Balıkesir hutbesinde, camiler sadece namaz kılmak için yapılmamıştır, demektedir. Bir din adamı mecliste, bir devlet adamı camidedir. İngilizler korkmasın da kimler korksun? Lozan işte bu korkudan kurtardı İngilizleri.