HAKİKAT BİZİ ARIYOR

Akıl defterime şunları yazmışım:


"Bizim insanımız sadece takdir etmek değil, sevmek de ister... Demirel takdir edildi ama, takdir edildiği ölçüde sevilmedi. ... Özal takdir edildiğinden daha çok sevildi, fazlaca eleştirilmesine rağmen sevildi... Bu sevme ihtiyacı, sadece bir duygusallık değil; aynı zamanda kendine göre mantığı olan bir tedbir düşüncesinin ifadesi. Hemen 'güven' diyebilirsiniz. Evet o da var ama, daha ötede başka bir şey var. Sevgi, güvenin tam olmadığı hallerde de hissedilebilir; insan pek takdir etmediği birini de sevebilir. Takdir ederek sevmek ve severek takdir etmek ihtiyacı, bir "özdeşleşme ve bütünleşme" arzusuyla ilgilidir. Ben onu yanımda hissedeyim, o beni yanında hissetsin; ben, onun beni yanında hissettiğini bileyim, o benim kendisini yanımda hissettiğimi bilsin. Bu bütünleşmenin gerçekleşmesine uygunluk göstermeyenden lider olmaz. 'Başkanlık' falan somut statü lafızlarından ve rutin işlemlerden sayılır..." "Saygı telkin etmek, bağlılığı; korku telkin etmek itaati öngörür. İnsan kerhen de itaat edebilir; ama bağlılıktan doğan itaat, gönüllü itaattir. Daha da üstte; vefalı bir itaattir ki, sürekliliği ve birikim sağlamaya açık olmayı içerir. Kendi kendini kontrol ve disipline etme olgunluğu, kurumsallaşmanın en önemli dinamiği olarak böyle bir ortamda tekevvün eder..." "Şu anlattıklarımı millet yaşayarak bilir. Aydınlar ise anlatsan da anlamaz. Daha çok kelime bilmek, daha iyi anlama sonucunu kendiliğinden getirmez. Bazı manaların özüyle, ruhuyla aşinalığınız, muarefeniz yok ise kelimeler onu sizin içinize sokamaz, içselleştirmenizi sağlayamaz." ... Bu satırları, "akıl defteri" dediğim ajandaların birine vaktiyle yazmışım. Bütün yakın tarihimizi ve bugünümüzü, bu satırların kurduğu perspektife göre yorumlayıp açıklamak mümkündür. Deniliyor ki "Tarih öğretilmedi. Yeni duyup öğreniyoruz." 1967'de, yani bundan 42 yıl önce, Yılmaz Öztuna'nın 12 ciltlik Türkiye Tarihi, hem de popüler ve şık bir baskıyla yayınlanmıştı. 12 kırmızı cilt benim kütüphanemde duruyor. Sonradan yeni baskısı yapıldı... O eser, "Padişahlar zalimdir, geçmiş karanlıktır" ideolojisini elinin tersiyle itti. Abdülaziz ve Abdülhamid dönemleri, okul kitaplarında yazılmayan bir biçimde anlatıldı. Bunu önemsemiyor musunuz? Bunun önemsenmemesi hakkında tek ciddi eleştiriye rastlamamışımdır. Niçin yok sayıldığını hiç anlamamışımdır. Ayrıca, Uzunçarşılı, Fuat Köprülü, İsmail Hami Danişmend, Reşat Ekrem (vs.) yok muydu? Feridun Kandemir'in seri halinde küçük kitapları vardı, Milli Mücadele döneminin ihtilafları hakkında. Antitez yayınları çeşit çeşitti... Osmanlı'nın sosyal tarihiyle ilgili olarak Ömer Lütfi Barkan, Sabri Ülgener dev adımlar attılar... 2009'a gelmişiz, "bize yeni sunuldu, yazıldı" deniliyor! Aslında yeni "bilgi"ye ihtiyaç yok. Bilgi'ler yeterince yazıldı. Aslî ihtiyaç, "değerlendirme ve terkip" ihtiyacıdır. İttihatçıların akılsızlıkları ortadadır. Ama, onların dışında, sanki bir "hakikat ve hakkaniyet" cephesi veya partisi varmış da, onlar hayat hakkı tanımamışlar gibi bakmak da tuhaftır. Cihan Harbi'ne girmemeyi başarmamız ihtimali, çok zayıftır. Girsek bile öyle olmamalıydı, bir Balkan fecaatinden sonra gelmemeliydi. Tamam ama, Milli Mücadele'yi kazanan da o İttihatçı kadrodur. İzmir'in işgalini gazete manşetleriyle alkışlayan İttihatçı karşıtları da vardır... Niye böyleyiz biz? 12 Eylül gününden bir gün önce, Ecevit, "Allah'ın dediği olur, yapacak bir şey yok"; Demirel, "Gittiği yere kadar gider. Ne yapalım." noktasındaydılar. Demokrasi inkıtaya uğramadan önce siyaset bitmişti zaten. Başka bir yazıda devam ederiz... Biz hakikati aramıyoruz, hakikat bizi arıyor!
<< Önceki Haber HAKİKAT BİZİ ARIYOR Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER