Cevap bulamıyorum...
Mardin’in bir köyünde, bir grup insan nasıl bir
vahşet, nasıl insafsız bir
öfke taşıyormuş da bilmiyormuşuz. Öldürmek için ciddi bir sebebe bile ihtiyaçları yokmuş da bilmiyormuşuz.
Dünyanın benzerine zor
tanık olacağı bir
katliamı yapabilirlermiş, bunu da bilmiyormuşuz.
Bilmiyormuşuz, bilmiyorduk.
Biz bilmiyorduk da... Onlar, yani şimdi toprağa verdiğimiz zavallı insanlar da bilmiyordu.
Kurbanlar nişan evine doğru yürürken
katiller planlarını son kez gözden geçiriyordu, bunu bilmiyorlardı.
Nişan yemeğine oturduklarında katiller, yüzyılın katliamı için yola koyulmuştu, bilmiyorlardı.
Evde sohbet başlamıştı, belki de birkaç adım ötede katliamın son konuşması yapılıyordu, bilmiyorlardı.
Kapı açıldığında, yüzleri maskeli adamlar eve daldığında, birkaç saniye içinde öleceklerini bilmiyorlardı.
Erkekler yan odada namazın rükuundaydılar, arkalarından yağan
ölümün nedenini de, aynı anda karılarının çocuklarının can çekişmekte olduğunu bilmiyorlardı.
Kurşunlar yağmur gibi yağmış, kulaklar ölüm uğultusundan sağır olmuşken, canlar çıkıyorken hayata son bir kez tutunmanın imkansız olduğunu, vahşilerin bir kez daha ölüm kurşunu sıkacaklarını bilmiyorlardı.
O kadar çok şey bilmiyorlardı ki...
Asrın vahşetinin tetiğine basan katilleri bilmiyorlardı. Maskenin ardındaki yüzlerin, akrabaları, yeğenleri, kuzenleri olduğunu bilmiyorlardı.
Ölmek nasıl bir duygu, öldürülmek nasıl? Birkaç saniye içinde öleceğini bilmek; hep beraber bir odanın içinde çaresizce katledilmek nasıl bir acı? Ya, kurşunu kimin, niye sıktığını bilmemek! Kurşunun
silahtan çıkıp bedeni bulana kadar yaşanan nasıl bir duygudur? Çıldırtan bir merak mı, son yolculuğa doğru çaresiz bir tevekkül mü?
Kim bilir? Kimse, hiçbir zaman bilemeyecek...
Biz geride kalanlar, bileceğiz bilmesine de bir faydası olmayacak ne yazık ki.
Sadece çocuklar değil ailedeki bütün çocuklar da, sadece kadınlar değil hamile olanlar da, sadece erkekler değil namazının selamı beklenmeyenler de... Hepsi birden, hepsi birkaç dakikada ve hepsi öldükleri kesinleşene kadar öldürüldü.
Kanlı, acılı, vahşi üçüncü sayfa haberleri vardır. İnsanın içini burkar, bunaltır, dünyasını yıkar geçer.
Bilge Köyü’nde bir acı yaşandı ki o üçüncü sayfa öykülerinin hepsi birden yazıldı, hepsi birbirine bağlandı.
Ölümler ölümle yarıştı, kurşunlar birbirini kovaladı, bütün rekorları kırarcasına bir vahşet olimpiyatı yaşandı o köyde.
Söz bitiyor,
akıl gerçeği kabul edemiyor.
Acı acıdan daha acı, dram dramdan daha dramatik; hele bir de o geceyi çocuklar anlattıkça acı daha dayanılmaz oluyor.
Şimdi...
Eğitim seferberliğimi mi başlayacak,
koruculuk sistemi mi gözden geçirilecek?
Başlayacaksa başlasın, koruculuk kaldırılacaksa bugün kaldırılsın...
Bakan söylüyor, elinde silah olan da o silahla katledilen de korucu. Yapılacak olanın ne olması gerektiğini anlatmak için, daha başka ne söylenir ki?
Sözü bari katletmeyelim. Öyle bir vahşet yaşandı ki önlemin her türlüsü, çarelerin hepsi lazım, hepsi de az...
Mardin’in Bilge Köyü’nde bir grup katil Mardin’in,
Türkiye’nin yüreğine öyle bir ateş koydu, yüzüne öyle bir kara çaldı ki ne yapılsa az, ne çare düşünülse, çaresiz...