DYH'nin hukuki durumu ile
Deniz Feneri'nin hukuki durumu arasında bir fark var mı? Hem yok, hem var.
Deniz Feneri
davasının
Almanya ayağında üç kişi, suçu sabit görülmüş ve mahkum olmuş durumda.
DYH ise, iki yıl önce, POAŞ'ta
vergi suçu işlemiş, suçu sabit görülmüş, 1.2 milyar TL'lik ceza kesilmiş ve sonra 275 milyon TL'lik cezada uzlaşmaya varılmış. Sonra ceza taksitlerle ödenmiş durumda.
Demek iki yapıda da sabıkalılık durumu mevcut. Birbirine benzeşiyor.
Gelelim ikinci adıma:
Deniz Feneri davasının ikinci ayağı Türkiye'de açılacak. Dosya Almanya'dan geldi ve
Adalet Bakanlığı kanalıyla savcılığa intikal etti. Dava henüz açılmış değil, yargı sonrası ortaya ne çıkacak bilinmiyor.
DYH'ye gelince...
Maliye, DYH'ye yönelik 826 milyon liralık bir vergi kaçağı cezası kesmiş ve
vergi kaçakçılığı suçlamasında bulunmuş. DYH adına buna
itiraz ediliyor. Konu yargıya intikal ediyor.
Yargılama henüz başlamış değil. Onun için DYH bu suçu işledi demek mümkün değil. Ama suçlama da orta yerde duruyor.
Bu yönüyle de Deniz Feneri davası ile DYH'nin hukuki durumu birbirine benziyor. İkisi de yargılama sonunda suçlu bulunacak veya bulunmayacak.
Peki sonra...
Sonrası farklı.
Sonrasında Deniz Feneri'nin ipe çekilmesine, DYH'nin ise
basın özgürlüğü savaşına soyunmasına
tanık oluyoruz.
Ergenekon avukatlığından sonra DYH'nin avukatlığına soyunan ana muhalefet liderinin elinde bir
dosya, meydanlarda bağırıyor: "Bu
seçim, Deniz Feneri seçimidir!" Yargılamayı bitirmiş, birilerini mahkum etmiş bile.
İlginç, Doğan grubunun organlarında da Deniz Feneri davası bitmiş ve onunla aynı suçu paylaştığı iddia edilen
AK Parti iktidarına bedel ödetme sırası gelmiş gözüküyor. Orada, henüz dava başlamadı, suç sabit görülmeden herkes masumdur, bilmem ne gibi en tabii hukuk hassasiyetlerine gerek duyulmuyor.
Ama öte yanda, DYH'nin "düşünce özgürlüğü savaşı" en yüksek tonda sürüyor.
-
Hükümet, maliyeyi kullanarak
muhalif medyayı susturmak istiyor!
Ben, böyle işleri hükümetler yapmaz demiyorum. Bu, her dönemde yapılır. Güç sahipleri muhalif medyayı istemezler.
Ama DYH'nin durumunda farklılık var. DYH, vergi
kaçırmakla suçlanıyor.
Burada ana soru şu değil mi?
-Böyle bir vergi kaçırma var mı yok mu?
Vergi denetçileri "Var" diyor, DYH yetkilileri "Yok" diyor. Sonucu yargı
tayin edecek.
Sabırla beklesene!
Yoo, işte o yok!
Bütün medya gücü ile Maliye'nin ve hükümetin üzerine abanılıyor ve sindirilmeye çalışılıyor.
Haberlere baktığınızda, vergi denetçilerinin gerekçesini görebiliyor musunuz?
O da yok.
Çünkü onu açıklamak yasalara aykırı.
Denetçiler susuyor, DYH'ciler bağırıyor.
İşte, Deniz Feneri ile DYH'nin farkı burada ortaya çıkıyor.
Birinin sesi var, ötekinin sesi yok.
Biri kolaylıkla boğulabiliyor, öteki boğabiliyor.
Hıncal Uluç dün,
Doğan Grubu'nun,
rakip olarak gördüklerine karşı zaman zaman nasıl bir yok edicilik misyonu üstlendiğini yazmış. Üstelik "Doğan çökerse medya çöker!.." diyerek yazmış. Üstelik, "Bize neler çektirmiş, Sabah'ı yok etmek için nasıl çırpınmışlardı bilirim, gün gün yaşadım..." dedikten sonra bunu söylemiş.
Dinç Bilgin'e, Mehmet
Emin Karamehmet'e, Turgay Ciner'e karşı Doğancıların nasıl canavar kesildiklerini yazmış. Diyor ki o günleri anlatırken: "
Aydın Doğan ve gazetelerinin kendilerinden başkasına
yaşam hakkı tanıma niyetleri yoktu sanki..."
Doğru, Doğan Grubu çökerse, medya camiası büyük felaket yaşar. Çökmemeli.
Ama, gücün bu vahşi kullanımı da devam etmeli mi?
Ortada çok da
temiz olmayan bir medya sicili yok mu?
Medyanın, özel çıkarlar için kullanılma durumu söz konusu değil mi?
Evet, siyasi iktidarın gücü hukukla sınırlı olmalı.
Ama medya da, kendisini, hukuku kanırtacak güçte görmemeli değil mi?
"Medyaya dördüncü kuvvet derler. Ama öyle değil. Medya aslında birinci kuvvettir. Çünkü darbeleri bile medya yaptırır" (İmza:
Erol Simavi) sözlerinin söylendiği, Başbakanların medya patronları tarafından malikanelerde eşofmanla karşılandığı bir ülkede medya-
demokrasi-hukuk ilişkilerinin doğru çerçeveye oturduğu söylenebilir mi?