...on bin metreden sonra kazanılan bu
madalya çok değerli, çünkü bizde az bulunur bir özelliğin, yani devamlılığın, azmin ve yoğunlaşmanın işareti.
Yarış bitiyor; birinci ve üçüncü gelen
Etiyopyalı atletler sevinç içinde birbirlerini kucaklayıp tribüne doğru yürüyorlar ve o malum sahne tekrarlanıyor. Etiyopyalı seyirciler, kızlara ülkelerinin bayrağını uzatıyorlar, onlar da
bayraklarını açıp dalgalandırarak seyircileri selamlıyor. Elvan sağa sola bakıyor yok; tribünlere göz atıyor tık yok. Yahu bir bayrak;
Türk bayrağı!..
Hani şu harcıâlem zamanlarda bile çarşı-pazarda işportacıların kucağında satışa sunulan bayrak. En kıytırık ve kofti
futbol maçlarında bile vara-yoğa salladığımız, siyasi parti mitinglerinde
yerli-yersiz boy gösteren ve karşı fikirde olanlara "biz bu ülkeyi sizden daha iyi severiz ulan nâmertler" diye tehdit unsuru gibi kullandığımız bayrak. Vaktiyle vatan edindiğimiz bu topraklardaki milli mevcudiyetimize hâlâ inanamadığımızı elâleme göstermek için aziz memleketin en manzaralı yerlerine rekz ettiğimiz bayrak. Yahu tam zamanı, tam yeri, tam vesilesi; Elvan'a bir bayrak, bir Türk bayrağı...
Kızcağız şaşkın, mahzun, mükedder. Birinci ve üçüncü gelen Etiyopyalı hemşehrileri, olimpik nezaket gösterip bizim gariban Elvan'ı kutlamıyor bile. Sonradan okuduğuma göre, kenardaki Etiyopyalı seyircilerinden biri Elvan'a Etiyopya bayrağı vermek istemiş; Elvan almamış.
Kenarda, o anda,
yarışın bittiği finiş çizgisi civarında bir Türk seyircisi yok demek ki; anlamı şu: Dünyanın en münasebetsiz yerlerinde isbat-ı vücud eden aziz vatandaşlarımızdan biri bile yok orada...
İçerde iç düşmana bayrak sallamaktan yorulan vatanperverliğimiz, dışarda, tam da gerekli olduğu anda ve yerde orta boy bir bayrak bulundurmak basiretini gösteremiyor. Türk bayrağını fuzuli tasarruftan ötürü -istismar demeliydim aslında- nasıl tükettiğimizin fotoğrafı.
Her neyse,
olimpiyatlar bitti, babaannemizin futbol ligi başladı; olimpiyat pistlerinde tedarik edemediğimiz bayrağı artık stadyumlarda vara-yoğa sallar, komşu semtin takımına karşı
psikolojik üstünlük kurmaya çalışırız. Aziz ülkemizin en yüksek yerlerine dikeriz onu; dağlara taşlara nakşeder, Türklük düşmanlarına gıcık veririz.
Akşam Gazetesi yazarı Deniz
Gökçe yazdı. Amerikalı David Chambers diye bir
işadamı, bizim gibi ülkelerin "milli gurur" psikolojisini çözüp dolara dönüştürmeyi başarmış. Mister Chambers bayrak direği ve bayrak imalatındaki açığı fark edip sektöre balıklama dalarak önce
Meksika Ordusu'na, ardından Abu Dabi'ye
direk satmaya başlamış. 123 metre. Ardından talepler yağmaya başlamış: Ürdün'ün
sipariş ettiği direk 127 metre, ardından 131'lik bir direk daha. En büyük direk yarışmasına
Türkmenistan 133'lük siparişle katılmış, bugünlerde ise Bakü'ye 162 metrelik direk dikmekteymiş Mr. Chambers. Siparişleri kabul ederken, öncekinden 1 metre daha büyüğünü yapıyormuş Mr. Chambers; bir nevi açık artırma stratejisi yani.
Deniz Gökçe şöyle diyor: "Şimdi gelelim işin en ilginç yanına! Son dönemde Bay Chambers üç ayrı yerden daha sipariş almış. Sizce bunların arasında
Türkiye var mı?" ve devam ediyor: "Evet, doğru tahmini yaptınız ve kazandınız! Türkiye,
Kazakistan ve Tacikistan'dan direk ve bayrak 'delegasyonları' Chambers'i Türkmenistan'da ziyaret edip sipariş pazarlığı yapmışlar! Yaşasın direğe dayalı milliyetçilik! Tabii bizim direk en büyük olmalı!"
Elvan kızımız üzülmesin; en mânidar anda ve yerde ona
küçük bir bayrak veremeyebiliriz ama bu millet icab ederse kumaşı has atlastan, gönder ipi ibrişimden, direği altından olmak üzere dünyanın en büyük bayrağını yapar ve
Guinness rekorlar kitabındaki yerini alır.
Düşmanlarımızın da korku ve haşyetten dudakları uçuklar!