Günlük yaşamdaki tartışmalarımıza dikkat edin.
Bir toplulukta bir sorun üzerinde görüşler açıklanırken, iki kişinin aynı düşünceyi paylaştığına pek rastlamıyoruz.
Çok somut olaylarda bile durum aynı değil mi?
Çok taze bir örnek vereyim.
Dünkü Milliyet'te ikisinin de görüşlerine çok değer verdiğim iki ekonomi yorumcusu,
Güngör Uras ve Osman Ulagay, "Hedge Fonlar"ı ele almışlardı.
Bu fonlardaki krizin
Türkiye'ye yansımalarını şöyle değerlendiriyorlardı:
- Bizim borsamız "sığ" bir borsadır. Bizim döviz piyasamız "sığ" bir piyasadır. Türkiye bu nedenle hedge fonlar için at oynatılabilecek bir
ülke değildir. Bir günde 2-3 milyar dolarlık
hisse senedi ya da döviz alıp satamazlar. Bu nedenle Türkiye'ye bugüne kadar ciddi büyüklükte hedge fon yatırımı gelmedi. Gelenler ise "Hedge fon kırıntısı." Bu kırıntıların da çıkacak olanı zaten çıktı. Bu nedenle, "Hedge fonlar gelişmekte olan piyasalardan çıkıyor. Bizden de çıkarlarsa borsa çöker" telaşı abartılı bir felaket bekleyişidir.
Güngör Uras
- Şimdi çöküşün eşiğine gelen küresel
finans sistemindeki en önemli oyunculardan biri olan "hedge" fonları da krizden nasibini aldı ve hızla küçülmeye ya da kapanmaya başladı... Bu varlıklar arasında yüksek getiri sağlayan "Yükselen Pazar" kâğıtlarının önemli bir ağırlığı olduğu için
Brezilya ve şimdi de Türkiye gibi ülkeler bu satışın hedefi haline geldi. Bu ortamda birçok "Hedge" fonu kapanma noktasına gelirken biz de bu
tasfiye sürecinin olumsuz etkilerini yaşamaya devam edebiliriz. Osman Ulagay
Okur mesajları
Ele aldıkları konu rakamlara dayalı somutlukta bulunan iki uzman bile farklı yorumları seslendirirken, bizler
Başbakan, siyasi liderler,
gazete yorumcuları ve benzer "konuşkanlar" hemen her konuda bizimle aynı düşünceyi seslendirmedikleri zaman çok sinirleniyoruz.
Sırtındaki her çeşit riski taşıyan Başbakan Erdoğan, bir polemikte
Genelkurmay Başkanı'na arka çıkınca, "askerci oldu" diye onun işini bitiriveriyoruz.
Aynı anda Türkiye
Kuzey Irak Kürt yönetimi ile diyaloga girdiği için, başkaları da, Başbakan Erdoğan'ı bölücü terörün yörüngesine girmekle suçluyor. Ana Muhalefet Lideri Hükümetin politikasının
PKK saldırıları ile yönlendirildiğini iddia ediyor.
Mehmet Altan dün Star'daki başyazısında, Başbakan'ın ve Genelkurmay Başkanı'nın söylemlerini kınayan okur mesajlarına yer vermişti.
Bunları şöyle sunmuştu:
- Anlaşılan 'anti-demokratik' bir tavrın yanında saf tutan Başbakan şaşırttı ve hayal kırıklığına uğrattı... Nereden mi biliyorum? Sağanak gibi yağan okur mesajlarından...
Acaba Mehmet Altan bu ve buna benzer konularda kendisine gönderilen ve bazıları "
hain" benzeri ağır ifadelerle dolu olan okur mektuplarının da zaman zaman sağanağa dönüştüklerini hatırlamıyor mu?
Bırakalım okur mesajlarını. Dünkü Hürriyet'te
Soner Yalçın "
Türk Silahlı Kuvvetleri neden
New York aydınlarının hedefinde" başlığı altında şunları yazmıştı:
New York aydınları
- "Bizim sözde solculiberalleri bilirsiniz; hep üstten bakarlar, dudak bükerler, kimseleri beğenmezler. Aslında; bunların tek yaptıkları, Osmanlı'daki Tercüme Odası'nda çalışan memurların yaptıkları gibi çeviridir; tercümedir. Bunlar, New York Neo-Conlarının söylediklerini, yazdıklarını evirip çevirip yeniymiş, kendi görüşleriymiş gibi yazıp söylüyorlar. Sizce aşağıdaki sözler kime aittir?
Ulus devletin sonu gelmiştir. / Yeni yüzyılın en önemli çatışması,
demokrasi güçleri ile otokratik (despotizm yanlısı, baskıcı) güçlerin çatışması olacaktır. / Türk ordusu dokunulmaz bir kurum değildir. / Türkiye'yi daha demokratik kılacak olan, Türklerin hayatından devletin ve ordunun rolünü azaltmaya yarayacak reformlardır. / Asıl mesele din özgürlüğüdür.
Bunları Türkiye'deki solculiberaller söylüyor derseniz yanılırsınız. Bunları söyleyenler; New York aydınları!"
Neticede bu satırları yazan meslektaşımız da hem okur hem de yazar değil mi? Bu da onun mesajı sonuçta.
Demek istediğimiz şu.
"Çok seslilik" böyle bir şey.
Böyle bir ortamda sizden farklı şeyler söyleyenlere çok kızmayın.
Hele "Başbakan neden benim gibi düşünüp konuşmuyor" benzeri hayal kırıklıklarını da asla yaşamayın.
Bu mümkün değildir.