Önce elmalarla armutları ayırıyoruz;
Hüseyin Üzmez'in
gazetelere, mahkemelere, bilahire televizyonlara düşen hikâyesinde tasvib edilecek, -daha beteri- ses çıkarılmayacak, görmezden, duymazdan gelinecek bir husus yok.
Dünyada hiçbir kız babası, evladının böyle bir hikâyede incinmesini istemez, kabul etmez. Kezâ bu gibi insânî şeyleri, her vukûbuluşunda "kınıyoruz, ayıplıyoruz" diye lânetçiler korosuna katılmak gibi bir şart da yoktur. Ahlâkî zaaf, ahlâkî zaaftır; faili bedhâh ve mücrim, mef'ulü
mağdur ve mazlumdur.
"Aa, bakın koca gazeteden kimse tavır koyamadı, kih kih kih" diye kirli imâlarda bulunmak, imâ sahiplerini çok faziletli kılmadığı gibi, "yahu be adam, bari sus; elemin zikri de elemdir; bari üstüne tüy dikme" diye düşünenleri de ahlâken ilzam etmez. Esâsen vara yoğa dinden, ahlâktan, faziletten dem vurmak pek hayır alâmeti sayılmaz; bir nevi komplekse delâlet eder ki adını bilmiyorum, uzmanına danışılsın.
Şimdi elmaları bir tarafa, armutları öteki tarafa koyuyoruz: Dünki gazetelerden birinin Pazar ilavesinde, takriben 1 metrekare yüzölçümünde bir
röportaj vardı ve bir gazete genel yayın müdürünün özel hayatına dair ayrıntıları ihtiva ediyordu; bir ayrıntı dikkatimi çekti. Diyor ki hanımefendi meâlen, "Eşimle ben 60'ların sonlarında, 15 yaşında iken tanıştık, iki sene flört ettik. 17 yaşımda iken evlendim."
Bu meseleden bahsettiğim için hakikaten içimi sıkıntı basıyor; mevzubahs kişilerden özür dileyerek bir
algı bozukluğunu işaret etmek istiyorum. Diyelim ki tam da o günlerde gazetelerden biri bu flört hadisesi üzerine büyüteç tutuyor, "15 yaşındaki el kadar sabî, 21 yaşında delikanlıyla nasıl flört eder, ayıptır, yakışıksızdır" diye yayına başlıyor. Diyeceksiniz ki, "Sana ne kardeşim, ne var bunda. İki
genç anlaşmışlar vs. vs". "ama kız henüz reşit değil!" İyi de, sonuna bak; evlenmişler işte, mutlu bir yuva kurmuşlar. "Kurmuşlar ama 17 yaş,
kanuni evlilik çağı sayılmıyor, 18'e kadar beklemeleri gerekirdi."
Alın bakalım, işte size tartışılması gereken bir problem; bütün mesele nereye, hangi gözle, hangi noktaya odaklandığınıza bağlı: Erkeğin yaşı, kadının yaşı, kanuni sınırlar, gelenek, dinî nokta-i nazar, mahallî uygulamalar gibi çeşitli açılardan bu örneğe yaklaşıp saatler dolusu konuşabilirsiniz.
Evet, elmayla armut birbirine benziyor ama aslında farklı meyveler.
Her neyse, Hüseyin Üzmez vakasında Türk basınının gösterdiği ahlâkî -hatta düpedüz dinî hassasiyet- önemli bir yere kaydedilmelidir. Sayfalarını "çıtır" resimleriyle süslemedikçe rahat edemeyen, gazetelerinin internet nüshalarında, "tüh, bu ne rezillik" dedirtecek
seri fotoğraflar yayınlamaktan hususi bir zevk alan, "seviyeli birliktelik" haberlerini tabii ve matah bir şeymiş gibi okuyucularına yutturan,
İngiliz anahtarı reklamında bile -ne ilgisi varsa!- yarı üryan bir kadın resmi konulmasına tavır göstermeyen, bir kısım köşe yazarlarının -üstelik hanım!- sütunlarında özel hayatlarının cinsî teferruatı üzerinde günlerce yazıp çizmelerini pek tabii bulan necib Türk matbuatı öyle anlaşılıyor ki bundan böyle ahlâkî ve özellikle cinsî meselelerde pek mazbut, pek mutaassıp bir seyir takib edecektir!
Memnun oluruz; mahzûz oluruz. Samimi iseler meselâ, onların da reklâmlarda Zaman veya
Samanyolu TV kriterlerini benimsemelerini bekleriz; dilerlerse "eenn basın konseyi"nde "müstehcenliğin sınırları, insan olarak kadınların cinsî sömürü ve suistimâlden uzak tutulup korunması" gibi anabaşlıklar etrafında döne döne sempozyumlar yaparız; onunla da yetinmez, basın ahlâk prensiplerine bir de "ahlâki zaafa düşmenin dinciliği-conculuğu olmaz; kim benzer zaaflar gösterirse menşe'ine bakılmadan acımaksızın teşhir edilir" maddesi ilâve ettiririz.
İşimize gelir; varsanız masayı üç kere tıklatın!