Yönetimin diğer çevrelerinde de en azından zaman zaman dozu artan bir kuşku hakim.
Gerekçe,
Türkiye'nin
İran'la ilişkileri, üstüne üstlük, Ahmedinejad gibi, “
Devrim İranı”nın bile en ilerisinde saf tutan bir sembol ismin Türkiye'ye davet edilmesi... Artı
Filistin'le -
Hamas'la ilişkiler...
AK Parti hükümetine Türkiye'deki “Ulusalcı” ve “
İslamcı” camia da kızıyor. Büyük
Ortadoğu Projesi ile bölgeyi yeni sömürgeleştirme planına
hedef kılan, Afganistan'da, Irak'ta kan akıtan, İran'a karşı hesapları bulunan, “Ilımlı İslam projeleri”yle, “Ulusalcı” açıdan b
akıldığında Türkiye'yi İslamlaştırmaya, “İslamcı” açıdan bakıldığında İslam'ı sulandırmaya yönelen
Amerika ile iyi ilişkiler içinde bulunması...
İki uçtan gelen salvolar arasında AK Parti
politikaları oluşuyor.
AK Parti, hem ABD ile hem İran ile, hem Filistin – Hamas ile, hem
İsrail ile, yeni krizde hem
Rusya hem
Gürcistan ile ilişkileri sürdürüyor.
Türkiye'nin bu dengeyi bulabilmesi, oluşturabilmesi, bu zor coğrafyada kolay sağlanabilecek bir durum değil.
İlginç olan şu ki, İran, Amerika ile ne ölçüde bir gerilim yaşarsa yaşasın, Türkiye'nin arada
iletişim sağlamasından şikayetçi değil, hatta memnun gözüküyor.
Aynı şekilde Amerika İran'a ne kadar kızarsa kızsın, Türkiye'nin, İran – ABD ilişkisinde bir iletişim kanalı oluşturmasından şikayetçi değil.
Evet, İran ile ABD arasında bir savaş ikliminden söz ediliyor olsa bile, her iki
ülkenin ilk
tercih edeceği şey, asla savaş olmayacaktır.
İran, nükleer alanda bazı neticelere ulaşmayı, herhalde savaş gibi, sonu nerede biteceği belli olmayan, ama yıkımı garantili bir duruma tercih edecektir.
Amerika da,
evet, İslam devrimi ile sorunludur, şudur budur ama, diyelim İran'ı nükleer
silah üretiminden daha geri bir planda tutmayı, “İslamcı” yönetimle, bölgedeki
Amerikan çıkarlarını tehdit etmeme zemine çekmeyi, savaşa tercih edebilir. Hele, İsrail güdümünde bir savaşı önlemek için Amerika'da da “akil insan” bulmak zor olmamalıdır.
İsrail veya Filistin veya
Suriye de, Türkiye'nin iletişim kanalı olma rolünü benzeri sebeplerle önemsiyorlar.
Türkiye, farklı ve düşman ülkeler arasında iletişim kanalı olma rolüyle bir kayba uğruyor mu?
Bu rolün her zaman sonuç vermediği durumlar mutlaka bulunuyor, ama Türkiye'nin bu rolden dolayı kayba uğradığını söylemek mümkün gözükmüyor.
Ya da, sırf Amerika cenahında, sırf İsrail cenahında, sırf İran veya Filistin veya Suriye cenahında bulunmanın getireceği bedel, herhalde bugünkünün yanında kıyas edilemeyecek kadar ağır olurdu.
Zaten Türkiye, öyle bir politikayı izleyemezdi.
O politika, reel değildi.
Evet, Türkiye'nin çıkarları ABD veya AB ile birebir örtüşmüyor. Rusya ile ilişkilerde de birebir örtüşmeden söz edilemez. İsrail ile belki çok daha fazla mesafe vardır.
Evet, Türkiye'nin çıkarları İran ile de birebir örtüşmez. Hatta zaman zaman rekabete yol açacak alanlar söz konusudur. Türkiye'nin Ortadoğu'daki diğer “İslam” ülkeleri ile ilişkilerinde de, her ne kadar, tarihi kültürel yakınlıklar söz konusu ise de, en azından yönetimlerin bağlantıları ve dünyaya bakış tarzları sebebiyle ciddi açı farkları bulunduğu kesindir.
Türkiye'ye özgün bir strateji gerekiyor.
Türkiye,
Osmanlı bakiyesi bir ülke. Bunun büyük artıları var, riskleri de var.
Türkiye, bu coğrafyanın kalbi diye nitelenebilecek bir coğrafi konuma sahip.
Türkiye
Müslüman bir ülke.
Türkiye, Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren yürüttüğü “çağı yakalama” gayretiyle İslam dünyasının en gelişmiş ülkelerinden biri.
Türkiye, en çok yetişmiş insana sahip İslam ülkelerinden biri.
Ve Türkiye, İslam dünyasında
halk zemininde, başarıları takip edilen sembol ülkelerden biri...
“Bu işi Türkiye yapar, yapabilirse...” sözü, bu coğrafyada adeta bir özdeyiş halinde.
İlginç bir tespit, belki hangi ideolojik çizgide olursa olsun, Türkiye'nin
zihin dokularında da, içinde bulunduğu coğrafyanın tümüne karşı bir koruyuculuk geni deveran ediyor.
İşte buralardan çıkan akıl, Türkiye'yi, bugün, böyle barış üreten bir merkez ülke haline getiriyor.
Ahmedinejad'la
Bush arasında iletişim kanalı olmak, hiçbirimizde bu işi, “Amerika adına” ya da “İran adına” yapıyormuş gibi bir komplekse yol açmamalı. Bu iş tamamen Türkiye adına yapılmaktadır. Türkiye'ye kazandıracaktır. İran'a karşı bir savaş olmaması da Türkiye'nin kazancıdır, İran'ın nükleer enerjiye sahip olması da Türkiye'ye kazandıracaktır, Amerika'nın dev bir güç olarak bölgede bir savaş makinesi haline gelmemesi de Türkiye'ye kazandıracaktır... Filistin'de bir insanın daha hayatta kalması Türkiye'nin kazancıdır. Adı öyle olmasa da bu coğrafyada yaşanacak bir “Osmanlı Barışı”, tüm coğrafyanın özlemidir.
Kim ne derse desin, son beş – altı yılda Türkiye, bu coğrafyanın vazgeçilmez ülkesi haline gelmiştir. Ahmedinejad -
Anıtkabir gerilimine düşerek, stratejik gelişmeleri kaybetmeyelim.
Gürcistan savaşının en kritik anında Türk Başbakanı'nın “Barış arayıcısı” olarak, bölgenin en aktif insanı olması, bizi sadece sevindirmelidir.