Kötülüklerin ise en büyük dostu...
İnsan bir süre sonra her şeyi kanıksar...
Çocuk baba dayağını kanıksar...
Kadın ihaneti kanıksar...
Hastalar ölümcül hastalıklarını kanıksar...
Toplum yolsuzluğu, hukuksuzluğu kanıksar ( En inanılmaz hukuk skandalları bile,
Adalet Bakanı Şahin'in deyişiyle, sineye çekilmesi gereken "realite"ler haline gelir.)
Kanıksama, bünyenin yaşamaya devam edebilmek için geliştirdiği bir korunma mekanizması besbelli. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri kanıksamamız bir kurtuluştur ama değiştirebileceğimiz olumsuzlukları kanıksamak, onlarla "bir arada yaşamaya" alışmak, değişimin, reformun, ilerlemenin önündeki en büyük engeli oluşturur.
Korkum, şu anda
Ergenekon Davası ile ilgili böyle bir kanıksama sürecine girmiş olmamız...
O kadar hızlı bir çözülme karşısındayız ve o kadar inanılmaz şeyler öğreniyoruz ki her gün,
toplum olarak "ruh sağlığımızı" korumanın yolunu kanıksamada arıyor gibiyiz.
Sadece şu son birkaç ayda ortaya çıkanlara bir bakın:
Tuncay Güney'in her biri dudak uçuklatacak kadar vahim yüzlerce iddiasını bir seferde üzerimize boca edivermesiyle öyle bir şaşkına döndük ki, bu iddiaların doğrusunu-yanlışını ayırmak için uzun boylu düşünmeye bile mecalimiz kalmadı.
Onun şokunu atlatamadan,
Abdülkadir Aygan'ın o dehşet verici ifadesi yeniden gündeme geldi. Fırat'ın öte yanındaki Ergenekon'un korkunç yüzüyle bu kadar açık, bu kadar somut bir biçimde yüz yüze gelmek "on yılın olayı" olmalıydı aslında. Ama biz böyle bir şoku da birkaç günde geçiştirmek zorundaydık.
Çünkü sırada başka şoklar vardı:
Eski bir
Genelkurmay Başkanımız, ele geçirilen ses kasetlerinde ""Bu işi bir tek şey, Silâhlı Kuvvetler temizler artık. Eğer seçimlerde de başarılı olunmazsa Silâhlı Kuvvetler'in bunu halletmesi lâzım" diye konuşuyordu. Bu
Genelkurmay Başkanı, bir siyasi parti liderine
telefon edip Meclis'e girmemesini söylemiş, bir
Cumhuriyet Başsavcısı'yla da yargı eliyle
darbe senaryosu üzerine konuşmuştu. Normal bir ülkede bütün bunlar siyasi sistemi kökünden sarsar ve bir dizi depreme neden olurdu. Bizde hiçbir şey olmadı.
Ardından -böyle miydi sıra?-
GATA Skandalı patlak verdi. Or
general Şener Eruygur'un eşinin ağzından bir tahliyenin içyüzünü öğrendik.
Yargının tarafsızlığı inancımızı kökten sarsan konuşmalar dinledik.
Yine bu birkaç ay içinde, İbrahim Şahin'in suikast timi kurma hazırlıklarına,
Danıştay Davası sanıklarının
İlhan Selçuk'u öldürme planlarına,
İşçi Partisi Karargah evlerinde yapılan darbe planlarına şahit olduk.
Daha bunları içimize sindiremeden, Ergenekon'un medya ayağı bütün çirkinliğiyle geldi önümüze. Bir medya patronunun, Karamehmet'in "takılan işlerini" halletmek için Jandarma Komutanı'yla yürüttüğü pazarlığı izledik. "Milli" yayın çizgisine karşılık el konan bankanın kurtarılması... Midemiz bulandı ama yutkunup geçiştirdik.
Son olarak da
emekli Tümgeneral Genelkurmay
Adli Müşaviri
Erdal Şenel'in evinde ele geçen CD'de "
Karanlık Savaş Konsepti" ile karşı karşıya kaldık. Bu CD'den "Siyasal İslâm'la Mücadele" için hazırlanmış
eylem planlarını; albay rütbesinde subaylar tarafından oluşturulan "Aydınlanma Ekipleri"ni öğrendik. Karanlık Savaş'la mücadele etmek için,
sivil toplum örgütleri ve parayla satın alınacak basın mensupları ile akademisyenlerden söz edildiğini dinledik.
En vahimi de,
generallerin bu planlar çerçevesinde terörün açıktan lanetlenmesini ama el altından desteklenmesini kararlaştırdıklarını öğrendik.
Evet, işte bütün bu inanılmaz olaylar peş peşe geldi yığıldı ruhlarımızın, vicdanlarımızın üzerine.
Topraktan fışkıran cesetler, ordu malı silahlarla
iç savaş çıkartmaya hazırlanan general emeklileri, darbe toplantıları, siyasetçilere yönelik tehditler, darbecilerle yüksek
mahkeme üyeleri arasındaki inanılmaz ilişkiler, provokasyonlar, kendilerine teslim edilen gencecik askerlerin ölümü pahasına el altından PKK'yı destekleme planları yapan generaller... Onlarla birlikte iş tutan iş adamları, medya patronları...
Yüz yüze kaldığımız
manzara anlaşılan fazla ağır geldi. Böylesine ağır bir çürümüşlük içinde yaşamaya devam edebilmek için belki de, kulaklarımız sağırlaşmaya, vicdanlarımız nasırlaşmaya başladı.
Kanıksama, bütün kötülerin en büyük kurtarıcısı olarak devreye girdi.
Artık hiçbir şey bizi eskisi kadar şaşırtmaz, öfkelendiremez oldu. Ambale olduk, olan biteni takip edemez hale geldik. "
Allah topunun belasını versin" deyip köşemize çekilme, bu berbat dünyada bizi biraz olsun oyalayan dizilerimize, çöpçatan programlarımıza dönme eğilimine girdik.
Öyle görünüyor ki, bu toplumsal psikoloji, bugün Ergenekon Davası'nın sağlıklı ilerlemesinin önündeki en büyük
tehlike. Derin Devlet bu defa da paçayı kurtarırsa, bu kanıksama sayesinde kurtaracak.
Bunun bir çaresini bulmalıyız, çare nedir bilmiyorum; ama mutlaka bulmalıyız...