YAZICIOĞLU'NUN VERDİĞİ SON DERS

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatından insana ciddi dersler çıkıyor.


İnsan genellikle böyle oluyor. Gençken fırtınalı bir hayat yaşıyor, sonrasında da gerek yaşın getirdiği olgunlukla, gerekse yaşadığı olayların verdiği derslerle "sükuneti" buluyor. Sükunete ermek, doğruyu bulmakla, doğruyu bulmak da hisleri kontrol altına almakla oluyor. İnsan gençlik hissiyatından kurtulup yaşlandıkça, ömrün ilkbaharı, yazı geçip, sonbahar gelince, saçlar beyazlaşıp, kırışıklıklar artınca ölümü daha fazla düşünmeye başlıyor. Oysa insan gençken sanki hiç yaşlanmayacakmış hatta ölmeyecekmiş gibi geliyor. Üstelik etrafımızda onca ihtiyar dolaşırken ve onca ölüm yaşanırkenÖ Rahmetli Yazıcıoğlu'nun ölmeden çok kısa süre önce partili arkadaşlarına yaptığı bir sohbette söyledikleri günlerdir kulaklarımda. Diyor ki "Hayatınızın değil bir dakikasına bir saniyesine bile, hatta bir anına bile sahip değilsiniz. Madem böyle o halde bunca fırıldağa gerek yok." "Sükunete erme" dediğim nokta bu işte. İnsanın hayatının hiçbir anına malik olamaması gerçeğini anlamasıÖ Bu süreç insandan insana değişse bile genellikle insan bu gerçeği orta yaşlardan sonra ancak kavrıyor. Dünyanın fani olduğunu, geçici olduğunu, hatta benim bazen düşündüğüm gibi "sanal" olduğunuÖ Rahmetli'nin "fırıldak" dediği de, hayatın hay huyu içinde hesap yapıp her şeyi kendi çıkarına yontmakÖ Bir şeyleri elde etmek için başkalarına tuzaklar kurmak, hesaplar yapmak, ihtiraslarımızın peşinden koşarken kırıp-dökmek, fırıldaklar çevirmek... Her türlü fırıldağı ancak ölüm kapısına kadar çevirebilirsiniz. Sonra! Sonrası, her şeyi geride bırakıp yaşadığınız hayatın hesabını vermeyeÖ İnsan zaaflarını ve acziyetini pek fark etmez. İnsan ancak Allah'a iman ile Allah'ın büyüklüğü ve kudreti karşısında kendisinin ne kadar güçsüz, zayıf ve aciz olduğunu anlar. Bu anlayış bütün manevi hastalıklarına adeta şifalı bir ilaç gibi gelir. Hayat ve varlık yükünü Allah'ın kudretine, rahmetine teslim edip rahat eder. Böylece kendisinin sadece konuşan bir hayvan olmadığını, bu dünyada Allah'ın aziz bir misafiri olduğunu keşfeder. İnsanın hayat ve hadiseler karşısında tercih hakkının ne kadar sınırlı olduğu ancak ileri yaşlarda anlaşılabiliyor. Ve insan tabii ki sonsuz arzu ve isteklerine sahip olabilecek kadar da yaşamıyor. İstese de onlara ulaşamıyor. Bazen dünyada insan kendini yalnız ve aciz bir bebek gibi hissediyor. Akıl, "neden buradayım" sorusunu sorup duruyor. Tecrübeleri ona "Yaşadığmız bu hayatın bir anına bile malik değilsin" diyor. O haldeÖ O halde neden buradayım? Ve neden "Kendime bile malik değilim?" Neredeyse bütün vücudum istemsiz çalışıyor. Kalbimin atışını, düşüncemin akışını kontrol edemiyorum. Sahip olduğumu sandığım bütün organların çalışmaları benim kontrolümde değil. Karaciğerimin ne yaptığından haberim olmuyor, hiçbir organım yaptığı iş hakkında bana rapor vermiyor. Hepsi sanki kendilerine yüklenmiş bir programı işletiyorlar. Bana değil, başka bir kudrete itaat ediyorlar! Bu gerçek karşısında yapacak çok fazla şey yok. Sadece dua ile her şeyin sahibine başvurabiliriz. "Dua eden adam bilir ki, birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O'nun kudret eli her şey'e yetişir."
<< Önceki Haber YAZICIOĞLU'NUN VERDİĞİ SON DERS Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER