Her kötülükte bir hayır vardır derler.
Bilge Köyü katliamının Köy Koruculuğu sisteminin kaldırılmasını gündeme getirmesi de bu bu facianın hayırlı tarafı galiba.
Olayın hemen ardından hükümetin sistemi
tasfiye etmeyi gündemine aldığını öğrenmek hepimizi umutlandırdı. Ama hemen ardından -her zamanki gibi- Genelkurmay'ın "Hop dedik" türü açıklaması gelince,
Cemil Çiçek de
ağız değiştirdi ve "
koruculuk sisteminin ihtiyaçtan kaynaklandığını ve bu ihtiyacın halen devam etmekte olduğunu" söylemeye başladı.
Sistemin korunması için getirilen gerekçelerin hepsi birbirinden vahim.
En çok dillendirilen gerekçe,
terörle mücadelede köy korucularının katkısının vazgeçilmez olduğu ve terör devam ettikçe bu sistemin de devam etmesinin kaçınılmaz olduğu...
Garip olan, bu gerekçenin tam da bir grup korucunun kendi özel meseleleri ve çıkarları için katliam yapıp bu katliamı PKK'nın üstüne yıkmaya çalıştıkları bir sırada yapılıyor. PKK'yla
silah bırakmanın konuşulduğu böylesine kritik bir aşamada, böyle bir provokasyon "
terörle mücadele"ye nasıl da büyük bir katkı olurdu doğrusu!
Evet, korucular kimi çatışmalarda yer almış, özellikle de istihbarat faaliyetlerinde faydalı olmuş olabilirler. Ama sistemin yarattığı tahribatın yanında bu yararın esamesi bile okunmaz.
Daha önce de yazdım; aslında bu fikir daha baştan berbat bir fikirdi. Halkın bir kısmını devlet eliyle silahlandırıp diğer kısmı üzerine salarak terörle mücadele edilemeyeceğini baştan düşünmek gerekirdi. Bölge halkını böyle "devlet yanlısı" "devlet düşmanı" diye ikiye bölüp birbirinin üstüne sürmekten daha bölücü, daha tehlikeli bir fikir olamazdı.
Böyle bir yapının mutlaka ve mutlaka yozlaşacağı, silahı eline geçirenlerin bu gücü nasıl kullanacaklarının
kontrol edilemeyeceği, yapılan şeyin devlet eliyle eşkıya çeteleri yaratmaktan başka bir anlamı olmadığı ve bunun
Kürt sorununu daha ağırlaştırmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı baştan belliydi.
Nitekim, her şey tahmin edildiği gibi oldu.
Korucuların bir kısmı JİTEM'le birlikte iş tuttu. Adları faili meçhullere, karıştı. Bir kısmı elindeki silahı aşiret kavgalarında kullandı. Hasım gördüğü aşiretlere PKK'lıdır bahanesiyle
baskı uyguladı. Bir kısmı terör yüzünden göçe zorlanan köylülerin mallarına mülklerine el koydu. O köylüler geri dönmek istediklerinde tehditle, zorbalıkla dönmelerini engelledi. "Köye dönüş" projelerinin karşındaki en büyük engel korucular haline geldi. Kimisi uyuşturucu ticaretine bulaştı, kimisi elindeki devlet malı kalaşnikofla kız kaçırmaya başladı; düşmanına, kavgalısına, kan davalısına karşı devleti arkasına alarak savaş açtı.
Sonuçta, terörle mücadele için kurulan Köy Koruyuculuğu sistemi tam tersine döndü. Varlıklarını savaşın sürmesine borçlu oldukları için - tıpkı devlet içindeki bir kesim gibi- onlar da Güneydoğu'da savaşın ilelebet sürmesi için çalışan bir güç haline geldiler. İktidarları savaşın sürmesine bağlı olan diğer kesimlerle kader birliği içinde barışı provoke etmeye çalıştılar.
İkinci olarak söylenen şey, köy korucuları zaman zaman suça karışsa da, bunların "münferit olaylar" olduğu ve bu olaylardan hareketle tüm sistemi suçlamanın haksızlık olacağı...
Oysa korucuların karıştığı suçlar "münferit hadiseler" denebilecek sınırları çok ama çok açtı. Düşünün ki, bizzat devletin verdiği rakamlara göre, 1985-1997 yılları arasında 23 bin 817 korucu terör suçuna karışmak, mala karşı suç işlemek, şahsa karşı suç işlemek, görevi
ihmal ve suiistimal gibi gerekçelerde görevden uzaklaştırıldı.
Açın, Türkiye'deki İnsan Hakları Derneği'nin, Human Rights Watch'ın raporlarına,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, 1995'te
Parlamento tarafından hazırlanan rapora bakın. Köy korucuları denen sistemin nasıl geniş bir suç ağına dönüştüğünü, bu sistemle birlikte
bölge halkının sırtındaki
jandarma zulmünün üstüne bir de korucu zulmü bindiğini göreceksiniz.
En zavallı gerekçe ise
ekonomik... "Köy koruculuğu sistemi bölge ekonomisini besleyen en önemli kaynaklardan biri; bölgenin bir numaralı istihdam alanı. 70 bin
ailenin, yani en az yarım milyon insanın geçim kaynağını kesmeyi nasıl göze alırız" deniyor.
Bu satırları okuyunca "acaba bu ülkede mafyöz işlerden kaç aile besleniyor" diye düşünmeden edemiyor insan. Mafyayı tasfiye edelim, diyenin karşısına "Ama aileleri nasıl geçinecek" diye çıkılabilir mi?
Evet, sayıları 70 bin civarında olan ve her biri on - on beş kişiyi geçindiren koca bir kitleden söz ettiğimizin ve böyle bir yapının lağvedilmesinin kolay bir iş olmadığının farkındayım.
Ama unutmayalım ki, er ya da geç yapmak zorunda olduğumuz bu "iş" iki ya da beş yıl sonra daha kolay olmayacak.
Şu anda köy koruculuğu sisteminde zararın neresinden dönülse kardır denilebilecek bir noktadayız. Eğer suç üreten bu bataklığı şimdi kurutmaya başlamazsak, bundan üç-beş yıl sonra daha da müzminleşmiş ve "kurumlaşmış" bir sorunla karşı karşıya olacağız. Her ay devletten
maaş alarak ellerind
e devletin silahıyla suç işleme imtiyazına sahip bu insanlar, bu statülerini daha da "kazanılmış bir hak" olarak görüyor olacaklar.