Bahar, endamlı bir ece gibi gönlünce gezintiye çıkmış, Boğaz'ın yamaçlarındaki erguvan şölenini izliyordu. Değerli dostum
Cemal Bey'le birlikte kırmızı parke döşeli merdivenleri inerek Artigiana
Huzurevine vardığımızda, kapıda bizi görevli karşıladı; “Mönsenyör Marovich'e geldiğimizi söyledik.
“Odasında, yalnız” dedi.
***
Mönsenyör Marovich…
Ömrünün son elli yılı, Harbiye'deki Notre Dame De Sione
Fransız Kolejinin arkasındaki, sonraları Şişli Belediye Başkanı
Mustafa Sarıgül tarafından Papa Roncalli Sokağı olarak değiştirilen Ölçek Sokakta geçmişti. Mahallenin, esnafları, çocukları ona saygıda kusur etmezdi. O ruhundaki yüceliklerle bu saygıyı fazlasıyla hak eden birisiydi. Kapısı, sıra sıra dizili
çınar ağaçlarının dallarını güneşe serdiği
küçük sokağa açılan binadan, ruhunun yücelikleri güzel kokulu bir zambak gibi göklere yükselirdi.
Beyaz bir gömleği ve
siyah takım elbiseyi özenle taktığı kravat tamamlar, beyaz saçları ona ayrı bir olgunluk ve yücelik verirdi. Haline tavrına derin bir nezaket, duyarlılık, vazife duygusu ve tevazu hakimdi. Çevresindeki en küçük, belki çokları için önemsiz olan her varlığa itina gösterir, ne kadar yorgun olursa olsun bir kere tanıştığı her insana özel bir yakınlık gösterirdi.
Herkes onunla birlikte olmayı büyük bir arzu ile ister, o da kimseyi kırmazdı. Toplantı salonlarında insanların arasına gelişiyle ve gülüşüyle ruhlara haz veren
tatlı bir esinti gibi karışırdı.Herkes onun
bilge konuşmalarını dinlemek için sabırsızlıkla bekler, o da her toplantının ruhuna uygun hikmetli konuşmalar yapardı.
Ruhlara dokunurdu sözleri.
2000 yılı Nisan'ında Urfa'daki “
Harran Buluşmaları” toplantısında yaptığı o anlamlı konuşma hala tüm dinleyicilerin kulaklarındadır. Dünyanın ilk üniversitesinin kalıntıları arasında icra edilen açılış toplantısında tatlı bir
rüzgar, Harran Ovasının topraklarından devşirdiği tozu toprağı kalabalığın üzerine boca ederken, kürsüye her daim giydiği siyah elbiselerin üzerinde de tozlar birikmiş olduğu halde gelmişti.
“ Allah'ım! Nasıl ki bu bahar günü, bizim üstümüzü başımızı Harran'ın tozu toprağı ile örttün, aynen öyle de geçmişte atalarımızın ve bizim işlediğimiz günahları da öylece ört ve
yaşlı dünyamıza son da olsa bir bahar yaşat!” sözleri, gönüllere biriken tozu toprağı silip süpürmüştü.
Allah'a karşı çok derin bir saygısı vardı. Biz namaz kılarken sessizce gelir arka tarafa bir yere durur ve kendince bizim
ibadetimize katılırdı. Bunu özellikle “zor ve dar” zamanlarımızda yapardı.
“Ben biliyorum,
Müslümanlar seher vakti kalkıyorlar ve Allah'a ibadet ediyorlar, onların dualarına dualarım karışsın diye ben de o saatte kalkıyorum” derdi. Bütün peygamberleri çok seviyordu. İstanbul'da semavi dinlerin liderlerinin bir araya gelmesi, barış duaları yapmaları, karşılıklı iftarlar vermeleri onu son derece mutlu ediyordu.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin buna öncülük etmesinden dolayı ona ayrı bir sevgisi vardı.
“O asrımızın çağdaş Mevlanasıdır” derdi.
Ömründe en önemsediği şey,
Fethullah Gülen'le Papa John Paul'u buluşturmasıydı.
“Gülen'i Papa Jonh Paul'le buluşturduğu için” 28
Şubat sürecinde
mahkemeye çağrılmıştı.
Hayatında ilk defa hakim huzuruna çıkacaktı. Mahkeme arifesinde oturduğu evin güzel bahçesinden bir demet gül kesmiş ve ibadet ettiği odaya koyarak, onlara derdini dökmüştü;
“Ya Rabbi Hz. İsa (as) ile Hz.
Muhammed (sav) cennette şimdi el ele tutuşmuş, meleklerle beraber yürüyorlar, öyleyse biz neden Müslüman kardeşlerimizle el ele tutuşmayalım.
2000 yıl önce Havariler, Hz. İsa (as) davası için: 'Allah'ım bizi şahitlerden yaz.'demişlerdi.
Benim şahitlik yapacağım Zat da, İsa meşrep, Hz. İsa (as) gibi çok ağlıyor, az gülüyor. İnsanlar onu da anlamadılar. Hem onun da Hz. İsa (as) gibi evlad-ı iyal derdi yok. Ama bütün insanlığı evlatları gibi kucaklayan bir yüreği var. Himmeti milleti olan bir yürek o. İşte ben de bugün o büyük zata layık, şu beyaz saçlarım gibi apak, bir şahitlik yapmalıyım. Allah'ım! Heyecanımı gider, dilimi çöz, şahitliğimi kabul eyle! Ey boynu bükük güllerin sahibi! Bana yardımcı ol, ol ki sevgi çarmıha gerilmesin.”
Hakimin;
“Fethullah Gülen'i nereden tanıyorsunuz” sorusuna;
"Ben onu önce basından tanıdım. Konuştuğu şeyler dikkatimi çekmeye başladı.
Sevgiden,
inanç ve kültürler arası diyalogdan bahsediyordu. Bir gün kendisini ziyaret ettiğimde daha yakından tanıma fırsatı buldum. Bundan sonra onu daha çok sevmeye başladım. Çünkü bu zatın bir barış ve sevgi insanı olduğunu anlamıştım. Hakim Bey, sevgi ve hoşgörü esasına dayalı gerçek İslamiyet'i, biz ondan öğrendik. O Hıristiyan cemaatimizi çok etkiledi.
Hakim Bey, o bize İslam'ı ve Hz. Muhammed'i (sav) sevdirdi. Taktir buyurursunuz ki böyle bir kişi bütün insanlar tarafından sevilmelidir. "
O günlerde bu sözleri söylemek yürek isterdi. Ama tarihe karşı tanıklığını yapmış ve görevin sorumluluğundan asla kaçmamıştı. Ülkenin umut ve düşlerinin bir darbeyle savrulduğu günlerde o dimdik ayaktaydı.
Bu
ülkeyi seviyor ve bu ülke insanına güveniyordu.
Kendisine vatandaşlık verildiği gün çocuklar gibi sevinmiş ve “bir büyük hayalim daha gerçekleşti” demişti.
Her yıl yaz tatilini Roma'da geçirmeyi bir gelenek haline getirmişti. 2007 yılı temmuz ayındaki genel seçimlerde oyunu kullandıktan sonra tatilini geçirmek üzere yine Roma'nın yolunu tutmuştu.
Roma'ya gidişinin ilk günleriydi. Tarihi şehir, yaz sıcaklarında yıkanıyordu. Tren garında yakın dostları ile birlikte peronda beklerken yanından geçmekte olan
trene doğru ansızın arkasından acımasızca itilir. Trene çarpar ve trenle peron arasına sıkışır. Arka tekerin üzerine doğru gelmekte olduğunu görünce sonsuzluğun Sahibine kavuşma vaktinin geldiğine inanır.
Lokomotif ağzından alevler püsküren bir ejderha gibi üzerine doğru gelmektedir. Acı bir ıslığın dünyada duyduğu son ses olduğuna kanidir. r
İlk müdahalelerin ve bir dizi ameliyatların ardından kendisini azıcık iyi hisseder etmez ısrarla İstanbul'a dönmek ister. Bu şekilde gitmesinin çok riskli olduğunu söyleseler de o İstanbul'a dönmek ve orada ölmek istemektedir. Uzun süre özel bir hastanede
tedavi görür. Şimdi Şişli Pangaltı'daki Artigiana Huzurevinde fizyoterapistler tarafından tedavisi sürmektedir.
***
Epeydir yanına uğrayamamıştım. Birkaç gün önce, değerli dostum Cemal Bey'le birlikte yanına gittik. Gökyüzü berrak ve güzeldi. Bahar, endamlı bir ece gibi Boğaz'ın erguvan şölenini seyre çıktığı bir gündü. Kırmızı parke döşeli merdivenleri inerek Artigiana Huzurevine vardığımızda kapıda bizi bir görevli karşıladı: “Mönsenyör Marovich'e geldiğimizi söyledik.
“Odasında, yalnız” dedi.
Kapıyı açtığımızda iç odada, yatağında bir başına uyuyordu. Eriyip tükenmiş, ölgün bir gülümsemenin belli belirsiz canlandırdığı yüzü çökmüştü. Nevresimi göğsüne kadar örtmüş, nurani yüzü uykusunda melek gören masum bir çocuk yüzü gibi gülüyordu.
Saçları bembeyaz olmuş bu ruhani insan yalnız, yapayalnızdı. Türbesine nur inmiş bir derviş gibiydi. Yüreğinde dünyanın bütün insanlarına yetecek kadar sevgi büyüten bu nur yüzlü insan, sükun içinde uyuyordu. Bu sükunda bir görkem vardı…
Kendisini uyandırmak istemiyorduk. Cemal Bey'le birlikte dış odada kısık sesle sohbete daldık. Yine de varlığımızı hissetmiş olmalı ki . Bizi karşısında görünce gözlerinin içi parladı bir anda.
Çok sevindi.
Bakışları insanın içine ferahlık veren bu sevimli insan, yatağından kalkamıyor, bir başkasının yardımı olmadan yürüyemiyordu. Bir zamanlar, her toplantıda gözlerimizin kendisini görmeğe alıştığı ve o toplantılarda yaptığı konuşmalarla insanların gönüllerine tatlı esintiler salan bu bilge insan düşkünler evinde bir başına yatıyordu. Bir süre sohbet ettikten sonra, ayrılırken “bu gün duamızı okumadık” dedi ve çekmecedeki dua kitabı cevşeni gösterdi. Kendisi eğilip alamıyordu.
“Ey, sıkıntı ve acı içinde kıvranan kullarına derman yetiştiren! Ey gam ve kedere boğulmuş ruhları feraha kavuşturan! Ey mahzun gönülleri sevince garkeden Allah'ım! Senden başka ilah yok ki bize imdat etsin.”
Ayrılırken, İyice zayıflamış, mecali çekilmiş, nuranileşmiş elleriyle elimizi tuttu ve uzun uzun gözlerimizin içine baktı.
Gerçek sevgi saftır temizdir, sonuzdur, karşılıklı huzur verir.
O gözlerde sevgi, o gözlerde huzur vardı.