‘Kur’an kursları ile ilk deneyimim çocukluk yıllarıma dayanır. Yaz aylarında gittiğimiz, yarısı kuran öğrenme yarısı oyun dolu, canımız isteyince gittiğimiz canımız isteyince kaçtığımız Erenköy’de bahçe içindeki kuran kursu çocukluğumun keyifli anıları arasında yer alır.
Yıllar sonra yakından gördüğüm yatılı kız kuran kursu profilinde ise aynı duyguları hissetmedim.
...Yine yıllar sonra bir erkek Kur’an kursunu (Diyanet’e bağlı) ziyaret ettiğimde gördüğüm ortam (çok methedilmesine rağmen) bir anne olarak bende çocuğumu burada bırakamam duygusu uyandırmıştı.
...Kur’an öğrenmenin güzelliklerini yaşarken, kötü fiziki yapıya, yetişmemiş (pedagojik manada)
personel ve kişisel özelliklere bağlı sorunlar nedeniyle ortaya çıkmış travmaları konuşurken, din eğitimini sadece kuru dini bilgileri öğretmenin ötesine taşıyamayan zihniyetin en önce dindarlar arasında sorgulanması gerektiğini savunurum.
Kur’an öğrenmek, dini öğrenmek güzelliğine bunu öğreten kurum veya kuruluşların seçkinliği eşlik etmeli. Kur’an okurken ya da dinlerken bile kendimize çeki düzen veririz, ya öğretirken neden özen gösterilmez? Bir çocuğun dünyasına
yabancı, tutucu, kısıtlayıcı bir yapı neden din eğitimi için uygun görülür? Bence bu zihniyet de yasaklayan zihniyet kadar sorgulanmalı!
Sebepler sadece maddi yoksunluk değildi; çocuklarını oraya gönderen ailelerin beklentilerinden - eğitim veren hocaların zihniyetine değişmesi gereken çok şey vardı.
Ama her şeyden önce toplumun ve devletin din eğitimine bakışının değişmesi gerekiyor. Toplumu değiştirmek için önce devletin reaksiyon oluşturan
yasakçı tutumunu değiştirmesi gerekiyor.
Tehdit unsuru olarak görülmekten vazgeçildiği zaman ancak dini eğitimin içeriği gereğince tartışılabilir.’
* * *
‘
Din eğitimi yoksulların tercihi olarak sunuluyor çoğu zaman.
Onlar yoksul oldukları için mi derme çatma kurumlarda zevksiz, özensiz mekánlarda, çökmüş yataklarda, çirkin bir ortamda eğitim görmelerini normal karşılıyoruz?
Daha
modern koşullarda çocuklarımıza Kur’an eğitimi veremez miyiz? Kur’an öğretmenin kutsallığına, insana değer vermek, insana yaraşır ortamlar yaratmak yakışmaz mı?
Ya da buralara gidenler yoksul nasılsa diye mi düşünüyoruz?
Kur’an öğrenmeye talebin sadece yoksullara özgü olduğunu düşünmek, din ile ilişkimizin nasıl da sorunlu bir yerde durduğunu ortaya koymuyor mu?
Kur’an gibi sözün zirvesi kabul edilen bir kitabı öğretmek için seçilen yerlerde neden
estetik ve insani unsurlar aranmıyor? Bir medeniyetin ve kültürün mirasçıları olarak bu tabloları görmek insanın içini acıtıyor.’
* * *
‘
Konya’da beyaz başörtülü
küçük cesetlere bakamadım.
Ulaşılması zor bir tepede, erkek talebe yurdu için alınmış bir ruhsat ile açılmış bir binada Kur’an eğitiminin kaçak verilmek zorunda kalmasını algılayamadım. Nasıl bir
ülke idi burası?’
Bunlar Ayşe Böhürler’in dün Yeni
Şafak’taki ‘Kur’an Kursları’ adlı yazısından...
* * *
Söyleyip, sordukları vicdansal bir dürüstlükle tartışılabilseydi...
Konya’nın
Taşkent ilçesine bağlı Balcılar beldesindeki kaçak
Kuran Kursu, 17 küçücük kız çocuğuna
mezar olur muydu?
Sessizce geçiştirmek isteyen pek çok insan var ama...
* * *
Kur’an kursu binasının yerle bir olmasına LPG
sisteminin ‘denetimsizliği’ yol açtı.
Patlamanın olduğu
yurt binasındaki
yakıt tankı ve binaya bağlanan
boru eklentileri, her türlü
darbe ve etkiye açık şekilde, bahçenin orta yerine konulmuştu... Gaz kaçağını otomatik kesen bir sistem olmadığı gibi, kaçağı duyuran bir
alarm sistemi de yoktu.
Bu özensizliğe ‘kader’ diyebilir miyiz?
‘Kader’ demek ‘Müslümanlığa’ sığar mı?