Ergenekon adı verilen dosyaların etkisiyle olsa gerek; birtakım yazarlarımız, nicedir içlerinde sakladıkları kimi
eleştirilerini, en sert biçimlerde, dile getirmeye başladılar.
Normal 0 21 MicrosoftInternetExplorer4
Bunlar arasında;
Necip Fazıl Kısakürek'in yüceltilmesi; ciddi bir "ittihatçı düşmanlığı" Sultan 2. Abdülhamit'i, yücelten yayınların hızla artması; 27
Mayıs'a karşı, yıllardır dile getirilmeyen eleştiri ve suçlamaların, yoğun biçimde dile getirilmesi vb. sayılabilir.
Ve gene bu arada; Milli Türk Talebe Birliği'nin, sembolik bir tarzda yeniden açılması; doğrusu, beni epeyce düşündürdü.
Milli Türk Talebe Birliği (MTTB),
Türkiye üniversite ve yüksek okullarındaki "derneklerin", üst
örgütüydü. Ancak bu derneklere, sadece "kabul edilenler", üye olabilir ve kongrelerine, büyük
katılım olmazdı. 1960'ların sonlarında; değerli arkadaşım,
Yüksel Çengel'den başkanlığı devralan Sayın Rasim Cinisli sonrasında, bir daha "sol" MTTB'de sesini duyuramamıştı...
Bir diğer öğrenci üst örgütü, Türkiye Milli Talebe Federasyon'uydu.
(TMTF). Bu örgüt; istisnasız, tüm üniversite ve yüksek okul öğrencilerinin,
doğal olarak üye oldukları öğrenci "cemiyetlerinin"; değişik birlikler biçiminde, bir araya gelmesiyle oluşmuştu. Sonuna kadar demokratikti ama AP iktidarı, ne yapıp yapmış; bu federasyonu, "iki başlı" bir hale sokarak, her türlü etkinliğinin önünü kesmişti. Zaten bunun ilk işareti; Taylan Özgür'ün,
İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği kongresi sırasında; Beyazıt'ta herkesin içinde ve gündüz gözüyle, polis tarafından öldürülmesiydi. Tabii bunca yıldır, "
faili meçhul",
kaldı...
Zaman, MTTB'cilerin zamanı...
x x x
Bugün;
27 Mayıs Devrimi'yle ilgili bir şeyler yazmak istemiyorum. Zaten geçtiğimiz hafta; içim-dışım, 27 Mayıs tartışarak geçti. İlerde, belki gene dönerim. Bugün; 22
Şubat, 2
1 Mayıs ve rahmetli
Talat Aydemir üzerine, bir şeyler yazmak istiyorum.
Türkiye'nin yakın tarihiyle ilgili yazanlar, değerlendirmeler yapanların, ortak bir hatası var. Kim bilir, belki ben de bazen böyle bir hataya düşüyorumdur. Hata şu: geçmişte yaşanan birtakım olayları değerlendirenler; o olayı değerlendirirken, günümüzün kavramları ve koşullarıyla, değerlendiriyorlar. Örneğin 1920'lerin, 1930'ların Türkiye'sini değerlendirirken; günümüzün değer yargılarıyla, hareket ediyorlar. Bugünün dünya koşulları ve yaygın değerleri açısından bakarsanız ve değerlendirirseniz; o dönemlerin Türkiye'si, "otoriter", hatta "yarı totaliter" bir devlet. Ancak, o günlerin dünyasını düşünür ve o günlerin dünyasındaki devletlerin özelliklerini dikkate alırsanız; Türkiye, "
insan hakları" ve "bireysel özgürlükler" açısından, dünyanın en önde gelen üç-beş devletinden biri.
x x x
27 Mayıs sonrası Türkiye'si düşünüldüğünde; son derece özgürlükçü 1961 Anayasası'nın, kazanımları bir yana; genel bir, "rahatsızlık" ve "huzursuzluk", söz konusuydu. Eski DP'lilerin, kızgın ve kırgın olmaları, doğaldı. Fakat 27 Mayıs'ı büyük bir coşkuyla karşılamış olan çevrelerde de, ciddi bir rahatsızlık vardı. Özellikle,
Yassıada Mahkemeleri, büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Hele üç idam; huzursuzluğu, zirveye taşımıştı.
27 Mayıs, bir "cuntanın" eseriydi. Yani; üst ve alt rütbeli
subaylardan ve önemli ölçüde, rastlantıyla oluşan, 38 kişilik "Milli Birlik Komitesi", "Tabii Senatörlük", denilen bir kurum ihdas etmiş ve
yaşam boyu
senato üyeliği hakkını kazanarak, kendini kurtarmıştı.
Fakat "
silah arkadaşları", huzursuzdu.
Gene rastlantısal nedenlerle; Milli Birlik Komitesi, dışında kalan ve genellikle "albay" ve altı düzeyindeki subaylardan oluşan, bir alternatif cunta oluşturmuşlardı. "Silahlı Kuvvetler Birliği", adı verildiği duyulan bu cunta; 27 Mayıs'ın, hedefine ulaşamadığını; DP'nin kapatıldığını, fakat Adalet Partisi'nin, o boşluğu dolduracağını iddia ediyor ve "sert önlemler", alınması gerektiğini, dile getiriyor. Zaten; Ali Fuad Başgil'in cumhurbaşkanlığını engelleyenlerin ve
Menderes,
Zorlu ve Polatkan'ın asılmaları konusunda, ısrarcı olanların, bu cunta olduğu duyuluyordu.
x x x
Talat Aydemir, DP iktidarına karşı kurulan, ilk cuntalardan beri bu hareketlerin içinde olmasına karşın; o dönemde, Türkiye dışında olduğu için, Milli Birlik Komitesi dışında kalmıştı. Aynı durumda, başka bazı
kurmay albaylar da vardı. İşte bu subaylara da; "
kilit kimi görevler", verilmişti. Talat Aydemir'e de, Kara
Harp Okulu kumandanlığı görevi düşmüştü.
Talat Aydemir, siyasal gelişmelerden rahatsız durumdaki, "Silahlı Kuvvetler Birliği" üyesi subayların da katılımlarıyla, 22 Şubat 1962'de, bir
darbe girişiminde bulundu. Aslında;
Ankara çevresindeki, hemen tüm birliklerin, bu darbe girişimine katılmalarına rağmen; o dönemdeki
koalisyon hükümeti başkanı olan İsmet İnönü'nün, geri adım atması ve tarihsel kişiliğinin ağırlığından ötürü; Aydemir, girişimi bir pazarlık sonucu durdurdu. Bu pazarlık, darbeye katılan subay ve öğrencilerin cezalandırılmayacakları; sadece subayların,
emekli edilecekleri, çerçevesinde bağıtlanmıştı.
Ancak Talat Aydemir, 21 Mayıs 1963'te;
sivil olmasına karşın, Kara
Harp Okulu'nu, gene sokağa döktü. Bu girişimini, kendi canıyla ödediği gibi, KHO öğrencilerinin, okullarından atılmalarına neden oldu.
Fakat daha sonra, değişik üniversite ve yüksekokullara alınan bu öğrenciler; "aldatılmış olduklarını", göstermek için, bunca yıl sonra bile, her 21 Mayıs'ta; bir araya gelirler ve çoğu gözü
yaşlı, o günleri anarlar. Sloganları, hep aynıdır: "Harbiyeli aldanmaz"...