BİR KERE DAHA UÇURUMUN KENARINDAN...

Türkiye bir uçurumun kenarından döndü aslında.


Anayasa Mahkemesi (AYM), AK Parti ile ilgili kapatma kararı verseydi bu, uzun yıllar telafi edilemeyecek zararlara yol açacaktı. Yargı darbesi denilen vahim kuşku doğru çıkacak, kamuoyunun beklentisinin aksine bir partinin faaliyetleri yasaklanacaktı. Demokrasi tarihimize büyük bir ayıp, silinmez bir leke olarak girecekti kapatma cezası. Çünkü bahsi geçen parti, daha bir yıl önce neredeyse her iki seçmenden birinin oy verdiği partiydi. Halkın önemli bir kısmını da zan altında tutacak böyle bir kararın sadece Türkiye'de değil; dünyada da yankılanması Türkiye açısından negatif sonuçlar doğuracaktı. İslam dünyasında radikal söylemler güçlenecek, öteden beri demokrasiyi vahşi kapitalizmin oyuncağı sayan güçler 'demedik mi, demokrasi kuralları işlediğinde iktidar olmaya yürürseniz, kurumlar aracılığıyla sürece el konur ve böylece alaşağı edilirsiniz' diyecekti. Dünya kamuoyu ise Türkiye'deki demokrasinin lafta kaldığını, statükonun aldığı kurumsal tedbirlerle kendi hükümranlığını koruduğunu söyleyerek Türk demokrasisinin vesayet altında olduğunu savunacaktı. AYM'nin şu anki kararı çok mu olumlu? Hayır. Ama kendine göre bir denge kurduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Partiyi kapatmayarak dünyaya rezil olmamızın önüne geçildi. 'Kapansın' diye tezahürat yapan grupların da memnun ve mesrur edilmesini sağlayacak bir karara imza atıldı ki ayrıca iş bu noktaya geldikten sonra bundan daha pozitif bir karar verilemezdi. Daha açıkçası 'kapatılmayacak' demek suretiyle AK Parti'nin kapatılmasına karşı çıkanlar memnun edildi. 'Hazine yardımının yarısından mahrum edilecek' demek suretiyle de kapatılmasını isteyenler mutlu edildi. AYM'nin kararından hemen sonra demagoji faslı açıldı. Kimine göre AK Parti esir alındı ve bundan sonra bu karar 'Demoklesin kılıcı' gibi iktidar partisinin başında sallanıp duracak. Kimine göre AYM üyeleri partiyi laiklik karşıtı odak olarak tanımladı ve iktidarın alanını sınırladı... Laf çok. Konuşanların bir kısmı da -maalesef- konuşmacı olmanın sorumluluğunu taşımıyor. Aslında Türkiye topyekûn bir zincirleme kazanın eşiğinden döndü. Demokrasi, ekonomi, sosyal ahenk, ülkenin imajı, iç barış... Her şey kapatılma kararı üzerine altüst olacaktı. Tabii ki Türkiye kendine bir çıkış yolu bulacak, bir şekilde bu enkazın arasından çıkıp yeni bir yol haritası çizecekti. Ancak demokrasimiz de ekonomimiz de on yıl geriye gidecekti. Hatta kapatma kararından en büyük zararı da yüksek yargı organları başta olmak üzere adalet mekanizmamız alacaktı. Özellikle de AYM. Zira AYM, son yıllarda çok kritik kararlar aldı ve bu kararlar nedeniyle kendine yanlış bir imaj çizdi. CHP'nin hemen her meseleyi AYM'ye getirmesi halk nezdinde "Yüksek yargı ile CHP arasında acaba bir ilişki mi var?" şüphesine yol açmıştı. Yanlıştı; ama algı buydu. Çünkü 367 kararı ile başlayan zor bir süreçte toplum bir yanlış algıya doğru sürüklendi ve yapının siyasallaşması konusunda şüphe duymaya başladı. Bu imajda bazı CHP yetkililerinin AYM'ye noter muamelesi yapmasının da payı büyük. Üstelik AYM, Meclis'te 411 milletvekilinin oyuyla yapılan anayasa değişikliğine 'içerik' olarak müdahale etti ki bunun hukukî sınırları aştığı ortadaydı. Her neyse... AYM, kendine dair 'taraflı' imajını da temelden sarsarak kapatmama kararı aldı ve yargı hakkında oluşan ezberi belli bir oranda bozdu... Şimdi herkes AYM'nin kararını esas alarak neredeyse bir çetele tutuyor ve bazı nasihatlerde bulunuyor. İktidar partisinin daha makul olması, kendisinden endişe duyan kitleleri daha çok dikkate alması, kritik konularda daha 'uzlaşmacı' hale gelmesi vs. isteniyor. Arada bir akla geliyor ki son beş aydır yaşanan kâbusta sadece iktidar değil, pek çok siyasî-gayri siyasî unsurların da payı var; onlara da nasihatler ediliyor. Özellikle gazeteciler, yazarlar AYM'nin kararını analiz ediyor ve beyaz sayfa açmak üzerine birtakım telkinlerde bulunuyor. Yazılan ve konuşulanların önemli bir kısmı doğru ve yerinde tespitler içeriyor. Bu duruma rağmen eksik bir şey var: Herkese akıl vermeye bayılan Türk medyası, bugün gelinen krizde payının olup olmadığını düşünecek mi? "Biz nerede hata yaptık?" sorusu her kesimden yükselirken acaba Türk basını da aynaya bakma lüzumunu hissedecek mi? Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz; olmamalı da. Bir yandan Türkiye'yi uçurumun eşiğine getiren yanlışların giderilmesi gerekiyor diğer yandan da özeleştiri kapılarının ardına kadar açılması. Siyasetçiler, işadamları, askerler, sivil toplum kuruluşları, hukukçular... Herkes bir özeleştiri sayfası açarak Türkiye'nin yaşadığı son büyük krizi fırsata dönüştürmenin yollarını aramak zorunda. Peki ya medya? İtiraf etmek zorundayız ki Türkiye'deki krizin temelinde toplumsal kutuplaşmalar bulunuyor... Tehlikeli olan da budur. Bu ülke neredeyse her dönemde kamplaşma süreci yaşadı ve çok ağır faturalar ödedi. Sağcı-solcu çatışmaları askerî darbelere sebep oldu ve Türkiye'nin onlarca senesini kaybetmesine sebep oldu. Alevî-Sünnî kamplaşması toplumu derinden sarstı, bu ülkenin düşmanlarına büyük avantaj sağladı. Türk-Kürt kavgası onlarca yıldır körükleniyor; kayıpların envanterini tutmak bile mümkün değil. Laik-antilaik kutuplaşması da cinnet sınırını çoktan aşmış durumda. Bu kamplarda mevzileri sağlam tutmak için insanlar öldürüldü; suikastlar yapıldı, cenaze törenleri sabote edildi, kirli propagandalarla masum insanlar itham altına alındı. AK Parti iktidarından sonra psikolojik harp cambazları yalanın, iftiranın dozunu iyice artırdı. 'Vatan elden gidiyor, ülke satılıyor' gibi deli saçması propagandalar yerine bu hükümetin sağlıkta, eğitimde, kalkınmada, temel hak ve özgürlükler alanında yaptığı icraatlar adam gibi eleştirilseydi; bu durumdan hem muhalefet kazanacak hem de iktidar partisi gerçek anlamda hizaya çekilmiş olacaktı. Oysa AK Parti, inanç değerleri üzerinden dövülmek istendi ve bu medya üzerinden yapıldı. Yalan yanlış bilgiler, eksik gedik haberler, kırık dökük yorumlar yapıldı ve iktidar partisini dövelim derken çoğu kez halk aşağılandı, küçümsendi, incitildi... AYM'de açılan davaya müdafaa yazan partinin hukukçuları iddianame için "Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google davası" adını yakıştırdı. Bir anlamda doğruydu bu tanım. Çünkü Başsavcı Bey, Google'dan kelimeler yazarak taradığı bazı bilgileri (-ki çoğu gazetelerdeydi ve önemli bir kısmı tekzip edilmişti) iddianameye koymuştu. Ardı arkası tam araştırılmamış, gerekli kontrollerden geçirilmemiş, ciddi manada redakte edilmemiş, editör sorgusundan geçirilmemiş bazı haberler Türkiye'yi geriyor. Açık söylemek gerekirse Türkiye'deki gerginliğin sebeplerinden biri Türk basınıdır! Gözünü kapayan biri, bir çırpıda on yalan haber sayabilir. Aynen böyle; yalan haber. Eksik bilgiler ışığında yazılmış, alelacele servis edilmiş, kapalı kapılar ardında pişirilmiş, ideolojik yaklaşımlarla bezenmiş onlarca haber var ki tekzip yazılarına rağmen toplumdaki kutuplaşmayı had safhaya çıkarmıştır. Artık yeter! Türk medyası herkese verdiği aklı biraz da kendisi için kullanmak zorunda. 'Sorumlu yayıncılık' yerine 'sorunlu gazetecilik' yapmakta direnmenin hiç kimseye faydası yok ki! Toplumdaki ahengi altüst etmeye, güvensizlik duygusunu yaymaya, çatışma doğuracak atmosfer oluşturmaya hiç kimsenin -özellikle de medyanın- hakkı yok!
<< Önceki Haber BİR KERE DAHA UÇURUMUN KENARINDAN... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER