ESLEN PAŞA'NIN GÖREMEDİĞİ

Nuriye Akman'ın Nejat Eslen ile yaptığı röportajı (Zaman, 18 Temmuz 2008) okuyup heyecanlanmamak imkansızdı.


Belki de ilk kez ulusalcı ya da Avrasyacı tezleri savunan bir isim, Türkiye'nin dünyadaki yeriyle ilgili meselelere kafa yoran her demokrat insanın zihnini kemiren sorulara muhatap oluyordu. Röportajı sabahın erken saatinde bir solukta okuduktan sonra, hem Akman'ı hem de Eslen Paşa'yı da tebrik etmek istedim. Nitekim değerli mesai arkadaşımız Nuriye Akman'a bir mesaj atarak teşekkürlerimi ilettim. Cebini bilmediğim için Eslen Paşa'ya aynısını yapamadım. Ama onu da buradan tebrik ediyorum. Nuriye Hanım'ı, eski parlak günlerini hatırlatan performansı, demokrat duruşu ve özellikle de sapla samanı ayıran turnusolvari soruları için tebrik ettim. Eslen Paşa'yı ise kavga çıktığı için yarım kalan röportajlarıyla ünlü bir gazetecinin, üstelik Zaman Gazetesi adına yaptığı talebi kabul ettiği ve düşüncelerini eğip bükmeden söylediği için. Röportajda kafa tokuşturan iki kişi, belki aksini düşünebilir. Ama orada konuşulan meseleyi yakından takip eden bir gazeteci olarak bu teması, son dönemde fena ihmal ettiğimiz KONUŞMA erdemini hatırlama babında ciddi bir adım olarak görüyorum. Geçtiğimiz hafta Cumhuriyet, Milliyet ve TDN'den birkaç meslektaşımızla katıldığımız yabancı bir devlet adamının veda yemeğinde yaşananlar, konuşma kabiliyetini hızla yitirdiğimiz ve bunun ne denli tehlikeli olduğu konusunda gözlerimi açtı. Çünkü hatıraların ve hoş temennilerin konuşulacağı yemek masası, bir anda karşılıklı salvoların uçuştuğu, muhatabın dinlenmediği savaş arenasına dönüştü. Bir tarafa göre Türkiye hızla darbeye gidiyor, demokrasi elden gidiyordu. Diğer tarafa göre ise şeriata ramak kalmıştı. Bir tarafa göre AK Parti Türkiye'yi AB'ye taşıyordu. Diğer tarafa göre ise İran'a. Halbuki konuşabilsek, gerçeğin bu kadar uçlarda olmadığı görülecekti. Evet, AK Parti ABD'nin tüm itirazlarına rağmen İran'la ilişkileri bozmamıştı. Ama aslında bu, 12 Eylül'de bile dikkat edilen bir devlet politikasıydı. İran'la ittifakı önerecek kadar ileri giden ise AK Parti değil, Ergenekoncu çevrelerdi. Bunu ilk teklif eden kişi, hapisteki Veli Küçük'le hatıra fotoğrafı çektirmekten şeref duyacağını söyleyen Tuncer Kılınç Paşa'dan başkası değildi. AK Parti'nin AB ve demokratikleşme reformlarının hız kestiği doğruydu ve her türlü eleştiriyi hak ediyordu. Ama artık sağır sultanların duyduğu darbe girişimleri ve darbeci tiplerle saf tutarken, daha fazla demokrasi istiyor gibi yapılabilir miydi? Sağlıklı bir konuşma olsa, reformların yavaşladığı kabul edildiği gibi, müzakere sürecinin kapısını aralayan hükümetin de AK Parti olduğu görülecekti. Kanaatimce, hakiki konuşmayı sabote eden temel faktör burada yatıyor. Zihin ve kalpten geçen düşüncelerle, ağızdan çıkanlar arasındaki yaman çelişki, her türlü diyalog ve konuşma çabasını sabote ediyor. Sözgelimi, toplumun yüzde 50'sinin desteklediği çizgiye saygılı olmayı bırakın, hayat hakkı tanınmamasını istiyorsunuz. Ama diğer yandan demokrasinin elden gittiğinden yakınıyorsunuz. Demokrasi istiyor, AB sürecine taş koyuyor. Cuntayı eleştiren Barroso'yu, Rehn'i ve tüm liberalleri hain ilan ediyorsunuz. İnsanların, medeni dünyada olduğu gibi inançlarını yaşamasına karşı çıkıyor; ama bunu tarifleyen laikliğin elden gittiğinden yakınıyorsunuz. Bunca çelişkiyle nasıl konuşulur ki... Sen diyorsun 'bayram haftası'; öteki diyor 'mantar tahtası'. Eslen Paşa bu yüzden tebriği hak ediyor. Açıkça düşüncelerini söylüyor. Olduğu gibi görünüyor. Kandırmıyor. "Demokrasi Türkiye'nin öncelikli meselesi değildir" diyor. Yönümüzü Batı'dan Doğu'ya dönmemiz gerektiğini söylüyor. Bir Türk kurmayının, Rus stratejist Dugin'in, bütün tezinin temeline Büyük Rusya hayalini koyduğu ve çekirdeğine de Ortodoksluğu koyduğunu fark etmemesi üzücü ama yine de açık açık düşüncelerini sıralıyor. Bu tezlere katılır ya da katılmazsınız. Ama bu açıklık, konuşma için birinci adımdır. İşte bu yazı bir konuşma denemesi.. Bütün hürmetimle Eslen Paşa'nın tezlerine cevap veriyorum. Hatta kendimce onun çizdiği Avrasya stratejisindeki hayati boşluğa işaret ediyorum: Eslen Paşa'nın Avrasyacılığı orijinal gibi görünse de eleştirdiği Batıcılığın bütün illetleriyle malul ters bir kopyası. Çünkü nasıl Batıcı, kurtuluşu Batı'da bağlanmakta görüyorsa, Eslen Paşa da kurtuluşu Doğu'ya bağlanmakta görüyor. İki strateji de tarihteki en büyük düzen inşa edicilerden biri olan bu milletin potansiyelini ve öz değerlerini es geçiyor. Sanki ne bunu biliyor ne de ona güveniyor. Türk paşalardan, Türkiye'yi en azından hayallerinde merkeze koyan stratejiler bekliyor; tüm kurmay zekalara saygılarımı sunuyorum.
<< Önceki Haber ESLEN PAŞA'NIN GÖREMEDİĞİ Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER