Ergenekon iddianamesinde
PKK-Ergenekon ilişkisinin de yer aldığı basına yansıdı. Ayrıca, Uğur
Mumcu Suikastı ve eski
Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in son derece kuşkulu bir biçimde hayatını kaybetmesine yol açan "
kaza" ile
Sabancı Suikastı'nın iddianamede yer aldığı vurgulandı.
Bu bağlamda, Milliyet'te yer alan habere göre Ergenekon savcısının "Örgütte 'sağcı, solcu, radikal dinci' diye birçok grubun yer aldığı ve bunların birbirinden habersiz olduğuna dikkat çektiği" hatırlatılıyordu.
Bakınız, iddianamedeki bu ayrıntı son derece önemli:
Ergenekon
örgütünün sözü edilen yapısı provokasyonların nasıl gerçekleştirildiği hakkında yeterince fikir veriyor!
Cumhuriyet ise önceki günkü manşetinde iddianamede yer alan bu bölümlere 'Ergenekon Çelişkileri' diyerek bozuk çalıyordu.
Manşetin spotunda şunlar yazılıydı:
"İddianamede Ergenekon'un Hizbullah'tan İBDA/C'ye, Sabancı Suikastı'nı gerçekleştiren DHKP/C'den Türk
İntikam Tugayı'na kadar pek çok birbirinden bağımsız, farklı ideolojik örgüt ve eylemlerle bağlantılandırılması soruşturmanın ciddiyeti açısından sorun yarattı."
Cumhuriyet "alemi saf yerine koyan" bu savıyla Ergenekon iddianamesine gölge düşürmeye yeltenmişti:
Gazetenin manşetine doladığı "çelişkiler" tam tersine iddianamenin ciddiyetini ortaya koyuyor.
Nasıl mı?
Burada, şimdiye kadar sayısız örneğini yaşadığımız provokasyonlar ve kutuplaştırmaların "derin operasyonlar" üzerinden inşa edildiği "kurgusal çelişkiler"den söz ediyoruz!
Yani, Cumhuriyet'in sözünü ettiği manada bir çelişki yok, ortada…
Sadece 12
Eylül öncesinde değil, sonrasında da "birbirine zıt örgütler"in aslında aynı merkeze
hizmet verdikleri birçok 'karanlık hadisede' ortaya çıkmamış mıydı?
Bu bağlamda o kadar çok vahim örnek var ki, pekala ansiklopedi olarak yayınlanabilir.
Sabancı Suikastı tetikçisi "
DHKP-C'li" Mustafa Duyar'ın kaçak olduğu dönemde Almanya'da bir süre aynı evi paylaştığı kişi, İpekçi Suikastı yardımcı aktörlerinden "sağcı" Yalçın Özbey'di, mesela…
Susurluk "kazası"nda hayatını kaybeden
Abdullah Çatlı "
ülkücü" olarak şöhret yapmıştı ama filmin başından beri "
Washington Güdümlü Derin Devlet"e çalışmıştı.
"
Kürt aşiret reisi" DYP'li Sedat Bucak da o Mercedes'in içindeydi; "solcu" polis şefi Hüseyin Kocadağ da…
Cumhuriyet'in manşetinde yürütülen mantıktan hareket edecek olursak, şöyle dememiz gerekiyor:
"Mercedes'tekilerin kimlikleri acayip çelişkili, o yüzden Susurluk Kazası'nı ciddiye almakla fevkalade hata etmişiz!"
"Kaza" sonrasında bu karanlık bağlantıların nerelere vardığı peş peşe ortaya çıkıverdi; "çelişki-melişki" kalmadı!
Mercedes'in sakinlerini yıllar boyu istihdam edenler ile
Susurluk "kaza"sına adını veren aracın akıbetini hazırlayanlar aynı "gizli merkez"di...
Susurluk Mekanizması'nın Çatlı ismi üzerinden "ülkücü patentli" bir yapılanma olduğu yanılsamasını yaptırtmak;
12 Eylül öncesinde Çatlı'yı da imal etmiş olan "Washington'a Bağımlı Statüko" için o dönemde son derece elverişli bir numaraydı.
28
Şubatçıların Susurluk'un arka planını aydınlatmak gibi bir dertleri elbette olamazdı. Çünkü "postmodern
darbecileri" istihdam eden de, Susurluk mekanizmasını kurgulayan da aynı "Gizli El"di…
28 Şubatçılar, ne mi yaptılar?
Sadece Refahyol'u devirmekle kalmadılar; "arkalarındaki asıl güç sayesinde" Susurluk "kazası" üzerinden çok sayıda başka "karanlık" eylemlere
imza attılar…
Uzaktan kumandalı hükümetlerin kurulduğu, bankaların takır takır hortumlandığı, yüz binlerce insanın fişlendiği, hepsinin ötesinde faili meçhullerin "
patlama" yaptığı bir dönemden söz ediyoruz.
Ergenekon yapılanması, "kirli mi kirli" 28 Şubat Süreci'nin izini süren -darbeci örgütün ta kendisidir!