Sanki Deniz
Baykal Ayaş'taki "Dut Festivali" yerine Atina'daki Sosyalist Enternasyonal'e gitseydi,
Türkiye'de
siyasetin akışı mı değişecekti?
Veya
Anayasa Mahkemesi
CHP yönetiminin yaptığı harcamalar hakkında
soruşturma başlattığı için,
AK Parti'ye açılan
kapatma davası da daha makul mü karşılanmalı artık?
Türk siyaset ve düşünce hayatında eksik olan öğe "Sosyal Demokratlık" değil.
Türkiye'de "Demokratlık" eksik.
"Parti içi
demokrasi" de yok Türkiye'de, genel anlamıyla "Demokrasi" de eksikli ve aksak.
Sanki Sosyalist Enternasyonal'in bütün üyeleri oybirliği ile "CHP Sosyal Demokrat bir partidir" içerikli bir
fetva verseler bile,
Deniz Baykal çekilmeden bir başka isim bu partiye Genel Başkan adayı olabilecek mi?
Mesele CHP'nin solda yahut sağda olması değil artık.
Ayrıca kimin sağda kimin solda olduğu belirsiz artık.
Bunu ekonomide uygulanan
modeller hiç belirleyemiyor.
Komünist Çin de, "Teokratik Faşizm"in kalesi Suudi
Arabistan da "Serbest Pazar Ekonomisi"ni uygulamıyorlar mı sanki?
Liberal demokrasi
Şimdi kimin liberal demokrat olduğu önemli.
Eski sosyal demokratlar bir farklılık olsun diye kendilerini "
Radikal Liberal" olarak görüyorlar. Am a muhafazakarlar da, liberaller de, sosyal demokratlar da,
Yeşiller de, "
Avrupa Birliği" adı verilen kıtasal liberal demokrasi projesi içinde aynı hedefe yönleniyorlar.
Birey merkezli, hukukun üstünlüğüne dayalı, temel hak ve
özgürlüklerin kutsandığı, serbest ve haklı rekabetin itici güç olduğu bir model bu.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin bugünkü yönetim modelinde eksik olan şey, sosyal demokratlık değil yani.
Bu parti ilk kez demokratik sola doğru açılırken, Bülent Ecevit'in arkasında Turan Güneş'in simge isim olduğu eski
Demokrat Parti halkçılığı da vardı. Kendi toplumunun inançlarına, geleneklerine saygılı olmak, halkı
küçük görmemek, bu yeni açılımın şifreleriydi.
Oysa CHP şimdi 1930'ların "Cumhuriyet Muhafızı" rolünde, halka karşı rejim kavgaları yapıyor. CHP artık TBMM'ye verdiği
kanun teklifleriyle değil, TBMM'yi
Anayasa Mahkemesi'ne taşımaya çalışmakla temayüz eden bir parti.
Ne var ki iktidardaki AK Parti de kendisine biçtiği "Muhafazakar Demokrat" elbiseyi, liberal demokrat modele yakınlaştırmak konusunda kararlı değil.
AK Parti de, temel hak ve özgürlükleri sadece "Türbana özgürlük"e endeksleyerek, en büyük hatayı yapmadı mı?
Türkiye'de kadınların sorunları, erkek
egemen toplumun baskılarından ve geleneksel olarak kadının ezilmişliğinden kaynaklanırken, AK Parti yönetimi bunların üzerine gidebildi mi?
Sonuçta Türk demokrasisinin "kışla ile cami arasında"ki tıkanıklığına bir de "yargı" öğesini ekledik.
Geldiğimiz nokta
1946'da başlatılan
demokratikleşme süreci 21'inci yüzyılda "muhafazakarlaşma" veya "otoriterleşme" almaşıklarına böylece kilitlendi.
Anayasa Mahkemesi usulsüz harcamalardan ötürü Deniz Baykal'ın da siyasi yasaklı olması istemini ele alırsa, sanki bu partiler arası dengeyi ve adaleti sağlayacakmış gibi olaya yaklaşanlar yok mu?
Her düzeydeki ve siyasal yelpazenin her kanadındaki bu tür kafa karışıklıklarını nasıl aşabileceğimizi kestirmek pek mümkün değil.
Tek çıkış yolu, Türkiye'deki tüm siyasal aktörlerin ve bütün devlet kurumlarının AB üyelik hedefini yeniden hatırlayıp, ona sarılmasıdır.
Bu hatırlama şu anda en fazla Anayasa Mahkemesi için gerekli.
Türkiye eğer parti kapatılma ihtimalinin travmasını atlatabilirse, belki daha sonra yeniden demokrasiye, gerçeğe ve çağdaş uygarlık yarışına katılmak konusundaki hedefimize dönebiliriz.
Bunca sorunu atlatabilirsek, Deniz Baykal isterse dut, isterse başka meyveleri yiyebilir.