"Bir haftada bu kadar
hakareti hak edecek ne yapmışız ki!" demekten alamadım kendimi. Her birine
cevap versen bir dert; konuşulanları dikkate almasan bir başka dert.
Yine de birkaç satırla değinmekte fayda var; ancak asıl fotoğrafı doğru okumak lazım her şeyden önce: Son dönemde karşımızda yalnızlaşan ve güç kaybeden bir medya var. Geçmişte bir dediği iki edilmeyen, önünde herkesin el pençe divan durduğu medya dünyası, şimdilerde oluşan çok seslilik üzerine tehevvüre kapılmış durumda. Asabı bozuk yayıncılık yapmayı, ağzı bozuk yazı yazmayı bir maharet sanıyorlar. Oraya buraya saldırıp insanların canını yakıyorlar, sonra da kalkıp "bana hakaret edildi" diyerek kaynağı meçhul ve aşağılık mesajları kendileri için haklılık gerekçesi yapmaya çalışıyorlar. Marjinal bir
gazete olursanız; bu hırçınlık anlaşılabilir. Nitekim öyle gazete ve televizyonlar var bu ülkede. Mesela Akşam Grubu'nun, çıtası çok düşük bir Tercüman'ı var; vallahi dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde üç gün yayın yapamaz; faşizm,
ırkçılık suçundan kodesi boylar. Ne yaparsın ki bu ülkede itibarlı bir şirket bile böyle pespaye yayınlarla vaziyeti idare edebiliyor. Neyse. Konum marjinaller değil. Kendini merkezde sanan medya, tarihinde görülmemiş bir huşunetle gazetecilik yapmayı deniyor. Bu yanlış! Kitle gazeteleri Cumhuriyet'e benzemez; benzeyemez.
Örnek olsun diye söylüyorum: M.Yakup Yılmaz'ın haftanın beş günü Zaman'ı ve ona gönül verenleri
hedef seçmesi tuhaf değil mi? İyi kötü tanıdığım bir insan. Bilebildiğim kadarıyla medeni, efendi, konuşulabilir bir meslektaş. Ama son dönemdeki asabiyetine bir mana veremiyorum. Yılların gazetecisi söze şöyle mi başlar: "AKP destekçisi dinci medya". Ayıp! Sen böyle söylersen başkalarının sana söylediğini de hak etmiş olmaz mısın? Meslektaşına saygı duymayan, kendine saygı duymuyor demektir. Benim tanıdığım M.Yakup, bu değil. Vakit de bu
arkadaşıma "Pornocu" diye hitap ediyor. Ne kadar ayıp ve ne kadar çirkin. 'Kartel medyası' lafı da hoş değil.
Aydın Doğan da bundan haz almıyordur herhalde; ancak bu ülkede 'kavgada
yumruk sayılmaz' denir. Yazık! Ne "dinci medya" demeye gerek var; ne "kartel medyası" demeye. Herkesin kendine göre bir okur kitlesi ve yayın politikası olabilir; buna saygı duymak gerekir. Ayrıca herkes kendi işini doğru yapmalı, takdir ve tekdiri kamuoyuna bırakmalı.
Gelelim bu
tiraj meselesine. Bunu merak eden insan, kendine yakışan centilmenlik içinde sorusunu sormalı ve aynı beyefendilik içinde cevabını almalı. ABC tiraj denetim hadisesindeki gelişmeleri bazı meslektaşlarımız kaçırmış. Konuya vâkıf olmayanlar için buraya kısaca notlar düşüyorum:
1) ABC
Türkiye kurulduğunda dar bir medya topluluğunun dışında hiçbir medya kuruluşu
yönetime alınmıyordu. Bu duruma başta Zaman olarak biz
itiraz ettik. Kurucuların direnci
Rekabet Kurulu'nun uyarısı üzerine kırıldı ve pek çok gazeteden üyeler alındı. Yani, ABC'ye (tiraj denetimine) biz kendi isteğimizle girdik; hatta şartları zorlaya zorlaya girdik. Tiraj denetiminden korkan, niçin tiraj denetimi yapacak kuruluşa üye olur? Nitekim pek çok gazete, bu oluşuma katılmadı; çünkü katılmak zorunda değiller.
2) ABC, tiraj denetim kriterleri koyarken abone sistemini yok edecek ilkeler uydurmaya kalktı. Dünyanın hiçbir yerinde istenmeyen şeyler talep etti. Bunlara itiraz ettik. Ne var ki pek çok itirazımıza
kulak verilmedi. Buna rağmen biz gerekli tedbirleri aldık ve denetime hazır hale geldik. Ancak gördük ki her seferinde yeni bir engel üretilmeye, adeta abone sistemini yok edecek tedbirler alınmaya çalışıldı. Biz, bunun dünyada böyle yapılmadığını, tiraj denetiminin çığırından çıkarılıp okur denetimi haline dönüştürüldüğünü izah ettik. ABC, üst düzeyiyle bir araya gelip
tüketici hakkına ve
rekabet kurallarına aykırı durumları bildirdik. Ancak kötü bir yönetim şekliyle
kriz çözme yerine krizle devam etme gibi tuhaf bir yol
tercih etti o günkü üst düzey
yönetici. Mesela her bir müşteri için kesilen faturayı kabul etmediğini, mutlaka makbuz istediğini söyledi. İnanılmaz bir şey bu! Devletin kabul ettiği, açık isim ve adres yazılı faturayı kabul etmiyor; her ay, her müşterinin tek tek bulunup imzalayacağı makbuz isteniyor. "Kuşku duyuyorsan faturadaki ismi araştır" dememize aldırmıyor. "Peki, bayiden sattığın gazetede niçin her bir ferde indirgenecek kadar denetim yapamıyorsun?" sorusunun da karşılığı yok.
3) Türkiye'de uygulanan ve anlamsız bir inada dayanan kurallar manzumesini IF-ABC dünya başkanı Chris Boyd'a sorduk. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir
uygulama duymadığını; ancak ülkelere doğrudan müdahale edemediklerini söyledi. Ve bir tavsiyede bulundu: Dilerseniz ABC'nin kurucu üyesi BPA Worldwide'a özel bir tiraj denetimi yaptırabilirsiniz. Nitekim öyle yapıldı. Dünyanın 25'ten fazla ülkesinde 400'ün üzerinde gazete ve derginin tirajını denetleyen BPA Worldwide, Zaman'ı belli periyotlarla denetliyor ve
raporunu açıklıyor.
4) ABC ile Zaman arasında yaşanan
tartışma kamuoyuna yansıdı ve Rekabet Kurulu konuyu incelemeye aldı. Onlar da ABC'nin haksız rekabete yol açacak uygulamalar yaptığını tespit etti ve dokuz maddeyle bu haksızlığı giderecek yol haritasını gösterdi. Bu metni okumadan tiraj üzerine köşesinden yazı yazan, yanlış yazmış olur. Zira Rekabet Kurulu, konuya fevkalade bir ciddiyetle eğilmiş ve ileride gazete
satışlarını öldürecek bir uygulamanın önünü almıştır; daha ötesi bazı medya gruplarının tekel olmasının önüne geçmiştir. M.Yakup Yılmaz (ve onun gibi tiraj konusuna yanlı yaklaşan arkadaşlar) Rekabet Kurulu'nun raporunu okumadan yorum yapıyor. O rapor, bir gazetenin değil, Türk gazeteciliğinin karşılaşacağı bir problemin önüne geçiyor.
Açık konuşuyorum; eğer bir gazetenin tirajından şüphe duyuyorsanız, onu uluslararası bir tiraj denetim firmasına denetletirsiniz olur biter. Bunu Türkiye'de yapan tek gazete Zaman'dır. BPA Worldwide gibi dünya markası bir denetim firması yıl boyunca bu denetimi yapıyor ve elde ettiği sonucu dünya kamuoyuna açıklıyor. ABC kendi kendine zarar verdi; objektif bir denetim yapacağına, abone sistemini kilitlemek isteyen bazı medya gruplarının aklına uydu ve Rekabet Kurulu'ndan ağır bir
ders aldı. Keşke böyle olmasaydı.
SONUÇ: Eğer bir gazetenin tirajından kuşku duyacaksanız ölçüyü söyleyeyim: Bir gazeteyi kendi
matbaanızda basar, kendi dağıtım şirketinizle dağıtır, satış rakamlarını da kendiniz açıklarsanız; burada bir hata olup olmadığını hiç kimse bilemez. Ne malum doğru söylediğiniz? Basan siz, dağıtan siz, açıklayan siz! Zaman, kendi matbaasında basılıyor, YAY-SAT kanalıyla dağıtılıyor; Cihan
Medya Dağıtım yoluyla da abonelerine ulaştırılıyor. Üstelik bir de BPA Worldwide gibi ABC'nin de kurucu üyesi ve bu konuda dünyanın en muteber şirketine tiraj denetim imkânı sunuyor. Bundan şüphe duyacağına kendinden şüphe duy desem ayıp olur mu acaba?
BİR DAVET: Tiraj denetiminin bir ülkede sadece bir kuruluşa verilmesi zaten yanlış. O yüzden dünyanın her yerinde pek çok şirket tirajları bilimsel metotlarla denetliyor. Hodri meydan; ABC buradaysa BPA orada. Ya da herhangi bir uluslararası denetim firması. Yüreği olan, böyle bir denetim firmasını Türkiye'ye davet etsin; gerçek
manzara çıksın ortaya.
BİR SORU: Otellerde, benzinliklerde, kampüslerde nasıl be
dava gazete dağıtıldığını biliyoruz. Zaten 20 dk. adında bedava gazete de çıkarıyor
Doğan Grubu. Gaste diye bedava bir gazete de neşrediliyor ayrıca. Ancak Doğan Grubu'nun abone yapmak için kapı kapı dolaştığı pek bilinmiyor. Birisi M. Yakup Bey'e bu durumu söylemeli. Hatta bir ipucu daha vereyim: Bazı işyerlerinde abone yapılırken Hürriyet'le beraber dinî kitaplar dağıtılıyor. Bunda bir yanlışlık görmüyorum. Demek istediğim sadece şu:
Abone sistemiyle satış, önemli bir tiraj hamlesidir; bunun yanlışlığı üzerine mangalda kül bırakmayacak iri puntolu laflar üretmeye gerek yok. Eninde sonunda varacağınız yer burası. Yarın mahcup olacağınız şeyi bugün niye söylüyorsunuz ki!
Bozgun psikolojisi
Asabı bozuk yayıncılıktan medet uman bir kişi olsa, görmezden gelirsiniz olur biter. İnanılmaz bir öfkeyle saldırıyor, güç kaybeden medya. Bu aslında kadim bir metot; saldırarak kendinden bahsettirme, popüler kalma...
Birkaç güne sıkışan öfkeye bakar mısınız. Bir
köşe yazarı, Taraf'ın Zaman'da basıldığını iddia ediyor. İnsaf be kardeşim! İnsan Taraf'ın künyesine bir bakar; orada hangi
baskı tesisinde basıldığı yazıyor. Bu kadar mı dağılmış durumdasınız, bu kadar mı kulağınıza üflenen her şeyi gerçek sanıyorsunuz? Kaldı ki Taraf'ı Zaman matbaasında bassan ne olur; ne mahzuru var? Her gazete, Türkiye'nin altı şehrine matbaa kurmak zorunda mı?
Bir başka köşe yazarı, Leyla İpekçi'ye takmış kafayı. Kafa da kafa yani; İpekçi'nin cemaat bursuyla Amerika'da okuduğunu, Zaman'ı, Taraf'ı, kısacası her şeyi aşure yapmış arkadaş. Leyla Hanım, ABD'ye ayak basmış biri değil; ama olsun(!) 'Yalandan kim ölmüş' diyen kalemine sarılıyor.
Bir de meseleyi temelinden yanlış aksettirenler var. Mesela
Fethullah Gülen'le ilgili yayınlar.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'ndan da
beraat çıktı ya; neredeyse gayzından çatlayacak birileri. Yeni bir hadise keşfetmişler. Güya, Amerika'da
savcılık bir
dosya hazırlamış ve Gülen hakkında ağır suçlamalarda bulunmuş. Yanlış!
Vize verilmeyince Gülen'in avukatları göçmenlik bürosunu mahkemeye vermiş.
Hâkim her iki tarafı da dinliyor. Göçmenlik bürosu vize vermeme gerekçelerini anlatabilmek için bir kısım iddialar öne sürüyor. Bizim gazeteler, bunu Gülen hakkında savcılık dava açmış gibi takdim ediyor. Konu ne? Vize. E hani Sayın Gülen "Amerika'nın adamı" diye yeri göğü inletiyordunuz; ne oldu, basit bir vizeyi bile vermemişler işte.
Bazı kişi ve grupların hırçınlığını belli bir oranda mazur görmek gerekiyor galiba. Tipik bir bozgun psikolojisiyle karşı karşıyayız. Güç kaybettikçe "öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya" psikolojisine kapılıyorlar. Toplumsal desteği kaybedenlerin tek seçeneği var: Saldırmak; alacağı tepkilere dayanarak ayakta kalabilmek. Soğukkanlı olmakta, kendi işimize odaklanmakta fayda var. Sonuçta kimin haklı olduğuna, hangi gazetenin/televizyonun adam gibi mesleğini icra ettiğine kamu vicdanı karar verecek; medya terörizmi değil!