Bilindiği üzere 11. Ağır
Ceza Mahkemesi oybirliğiyle
Gülen'in
beraatına karar vermiş, daha sonra
Yargıtay 9. Ceza Dairesi de oybirliğiyle beraat kararını onamıştı. Çifte beraatın anlamı büyüktü; ancak Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı, 9. Ceza Dairesi'nin beraat kararına
itiraz etti ve bunun üzerine
dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu'na taşındı. Sonuç aynı: Beraat!
Zor bir davaydı. Bir tarafta Sayın Gülen'e karşı başlatılan amansız ve insafsız bir
psikolojik harp vardı; diğer tarafta kanayan bir maşerî vicdan. Zaman zaman yanlış bilgiler sızdırıldı basına; zaman zaman doğru bilgiler karartıldı ve istendi ki Gülen hakkında verilen beraat kararları bozulsun. Oysa bir ferdin üzerinden bir millet yargılanıyordu.
Fethullah Gülen hayatta hiçbir makama talip olmamış, kendini bu millete adamış bir düşünce adamı, hayatı
boyunca sevgiden, saygıdan, hoşgörüden ayrılmamış bir gönül insanıydı. Bu duruma rağmen toplumsal barışın sağlanması uğruna kendini feda edercesine ezber bozan bir fikir adamı yıllardır
sanık sandalyesinde alıkonuyordu. Aslında ortada suç yoktu ki suçlu olsun. Eğitim faaliyetleriyle gönüllere taht kurmuş bir insanı bu kadar hırpalamak hangi vicdana, hangi izana sığabilirdi ki! Nitekim bu asil millet medyatik
linç denemelerinden hiçbirine inanmadı. Adaletin er ya da geç tahakkuk edeceğine dair umudunu hiç kaybetmedi.
Evet, doğrudur; bu uzun süreçte çok
gözyaşı döküldü. İnsanlar hasretlerini hıçkırıklarla bastırdı; özlem türküleri dinleyecek derman kalmadı yüreklerde. Ancak hiçbir zaman umut kesilmedi. Zira ortada suç sayılabilecek en
küçük bir
eylem yoktu. Ne var ki kader
vefa testinden geçiriyordu herkesi. İnsan sevgisiyle,
ülke sevdasıyla tepeden tırnağa dopdolu insanların suç adına yapacağı ne olabilirdi ki!
Dün çok sayıda insan gördüm sevinç gözyaşlarıyla paylaşıyordu beraat kararını. Bu ülkede
adaletin tam da bitmediğine, hâlâ vicdanlarıyla karar veren hâkimlerin var olduğuna inanıyorlardı. Bu duygunun yaşatılması çok önemli. Adalet mekanizmasının sağlıklı çalışması ancak ve ancak kamu vicdanının desteğiyle mümkündür.
Fethullah Gülen maşerî vicdanda zaten beraat etmişti. Gülen'e karşı amansız bir düşmanlık besleyenlerin kimlerden müteşekkil olduğunu kamuoyu zaten biliyordu. Daha önemlisi bu millet, hayatının her safhasında kendisi için değil, hep başkası için yaşayan Gülen'i yakından tanıyordu. İsnat edilen suçları kamuoyu zaten ona karşı yapılan haksızlıklar hanesine kaydetmişti. Dün elde edilen hukuki sonuç vicdanlardan yükselen sesin
mahkeme kararıyla tesciliydi...
İlginçtir, üç gün önce dünyaca ünlü
Foreign Policy Dergisi, Fethullah Gülen'i dünyanın en önemli entelektüelleri arasına yazıyordu. Bunu bile hazmedemeyenler oldu.
İnternet oylaması bir yana; dünyaca ünlü bir
dergi Sayın Gülen'i ve onun insanlığa hizmetini fark ediyor ve onu dünyaca ünlü mütefekkirler arasında
aday listesine alıyordu. Dünyanın pek çok üniversitesinde araştırma ve tez konusu haline gelen Fethullah Gülen'i linç etmek için bu ülkede debelenip duranlar ne maşerî vicdanı anlayabiliyor ne de uluslararası entelektüel kalite çıtasını.
Ceza Kurulu öncesi basına "daha ne duruyorsunuz?" diyerek fesat peşinde koşanlar oldu. Ne yazık ki onlardan bir kısmı kendini hâlâ
hukukçu sayabiliyor, birtakım derneklerin zırhına bürünüp militanlık yapmaktan çekinmiyor. Neyseki Ankara'nın hâkimleri bu tür meşum baskılara boyun eğmedi.
Tarih bir yandan onları alkışladı, diğer yandan da son bir hamleyle beraatın önüne geçmek için çırpınanları bir kenara kaydetti. Aynı hezeyan goygoycuları şimdi de "Fethullah Gülen dönüyor mu?" sorusuyla güya korku üretmeye; en azından polemik yapmaya çalışıyor. Tabii ki dönecek; ancak hemen söylemek lazım ki vuslat üzerinden yeni gerginlik hesapları yapanların hevesi yine kursaklarında kalacak. Çünkü Fethullah Gülen kargaşanın değil huzurun, kavganın değil barışın, çatışmanın değil kavuşmanın adresidir.