Susarken de öyledir.
Vücut dilinin kemiği yoktur çünkü.
Siz susarsınız; göv
deniz, elleriniz, gözleriniz susmaz...
Siz sessizken aslınızı onlar anlatır.
Sahici misiniz, sahte mi?
Susmakla saklayamazsınız.
Ağzınızı açtığınızda da durum değişmez.
Suflörünüzün söylediklerini de tekrarlasanız, ezberden de konuşsanız, anlık bir feveran içinde de olsanız kelimelerinizden ziyade üslubunuzdur sizi ele veren.
Sözlerinizin arkasına saklanamazsınız.
* * *
Türkiye’nin başbakanı sahici bir adam.
Bakın, “hesapsız” demiyorum...
Yontulmamışlıktan, el değmemişlikten, kendine hâkim olamamaktan, düşünmeden davranmaktan söz etmiyorum.
Tam tersine...
Recep
Tayyip Erdoğan siyasi refleksleri genelde çok kuvvetli; bazen doğru, bazen yanlış çıksa da siyasi öngörüleriyle hareket eden; bazen cesaretiyle hayran bıraksa, bazen ürkekliğiyle ürkütse bile her iki tavrı da ince hesaplara dayandıran bir adam.
Ve bence,
Recep Tayyip Erdoğan bütün bu özellikleriyle birlikte sahici bir adam.
* * *
Başbakan son günlerde iki hayırlı iş yaptı.
Birinde muhatabı Şimon
Peres’ti, diğerinde Çetin Altan.
İsrail’in
Nobel Barış Ödülü sahibi cumhurbaşkanına çıkışırken de izledim onu...
Türkiye’nin dev yazarına
Kültür ve
Sanat Büyük Ödülü’nü verirken de.
Davos’taki “van minıt”larını da dinledim Aya İrini’deki “deniz yıldızları”nı da...
Kelimeleri kadar üslubuna da dikkat ettim.
Konuşurken vücuduna baktım, susarken vücuduna baktım.
Ve gerek Peres’e öfkesinde, gerek Altan’a saygısında, o öfkeyi ve o saygıyı her iki olayın ima ettiği siyasi anlamın, muhtemel popülist hesapların ve diplomatik inceliklerin ötesine taşıyıp hakikaten inandırıcı, hakikaten kalbî kılan bir sahicilik gördüm.
* * *
Davos’ta kopan fırtınanın
siyasetteki izdüşümü üç boyutlu...
Birincisi, Erdoğan’ın, herhalde
savunma psikolojisiyle saldırganlaşan Peres karşısında sinmeyi ve toplantının yöneticisi tarafından susturulmayı reddederek Türkiye halkının
Gazze konusundaki iç sesini dünyaya en yüksek perdeden duyurmasının, sadece bu memlekette ve bölgede değil, esasen uluslararası düzeyde yarattığı yankıdır.
Bu yankıya dikkat edin; içinde gurur var, saygı var, tasvip var, gıpta var.
İkinci boyut, Erdoğan’ın Davos’ta verdiği mesajın özünü ilgilendiriyor.
Türkiye Başbakanı orada, sadece Gazze’deki insanlık ayıbını kınamakla kalmadı; bu ayıbı durdurmak için devreye girmekte geciken dünya devletlerine de teessüfünü bildirdi ve bunu yaparken, bu ayıbın bir “
Yahudi ayıbı” gibi yansıtılmasına karşı gayet net konuştu.
Erdoğan’ın Davos’taki mesajı, bu boyutuyla, doğru ve yerindeydi ve yine sadece bu memlekette ve bölgede değil, esasen uluslararası düzeyde haklı bulundu.
Üçüncü boyutsa iç siyaset boyutudur...
Başbakan’ın Davos’taki resti, bir yanıyla, partisine anketlerde birkaç puanlık sıçrama sağlayacak kadar etkiliydi; AKP teşkilatı bu etkiyi hızla iç siyasete tahvil etti.
Öte yandan, Erdoğan’ın Peres’in yüzüne doğruları söylemesinden anlaşılabilir bir rahatsızlık duyan İsrail devletiyle ABD’deki Yahudi derneklerinin tepkisi, AKP’ye düşman çevre tarafından katlanıp katmerlenerek Türkiye’de tedavüle sokuldu.
Erdoğan’ı Batı nezdinde “Erbakanlaştırma” gayretlerinde başarısız kalmanın acısını yıllardır içinde taşıyan bu malum çevre, Davos’ta aldığı riskten medet umup Başbakan’ı yıpratmak istedi ama bunun da nafile bir çaba olduğu görüldü, görülüyor.
Nitekim, Erdoğan’ın Davos’taki tavrı, tam da
Cengiz Çandar’ın dünkü
Radikal’de yazdığı gibi, Türkiye’yi Arap ve
Müslüman dünyada “moral liderlik” konumuna taşımakla kalmadı; Erdoğan’ın konuşmasına dikkat edenler, Türkiye’nin bu moral liderliği, yine Çandar’ın vurgusuyla, “dinî kimliği” ile değil, “insani ve demokratik değerler” üzerinden üstlendiğinin farkına vardılar, varıyorlar.
* * *
Amma ve lakin ben bu yazıyı bunları anlatmak için yazmıyorum.
Ben, Erdoğan’ın Davos’taki çıkışının etkisini, özünde, bazılarının “Kasımpaşalılık” diye aşağılamaya çalıştığı sahiciliğinde görüyorum.
Birkaç kelimelik İngilizcesi ile kendisine hakkaniyetli davranılması için çırpınarak, kolunu tutmak isteyenin kolunu tutarak, Peres karşısında bir anda “siz”den “sen”e kayarak, hatta arada “Tevrat’ın altıncı maddesinde der ki” gibi tuhaf sözler de sarf ederek gösterdiği tepkinin içeriği ne kadar sahiciyse, Erdoğan’ın üslubu da o kadar sahiciydi.
Ve bu, bende saygı uyandırıyor.
Zira çeyrek yüzyıldır süren iç savaşında kendi çocuklarını kendi çocuklarına öldürtegelmiş eli kanlı bir devletin başbakanı olarak Gazzeli çocukların hesabını sormasındaki ironiyi nihayete erdirecek olanın da, esasen Erdoğan’ın tepkisinin sahiciliği olduğuna inanıyorum.
Erdoğan’ın, Davos sonrasında Nasrallahlaşmak ya da Chavezleşmek yerine, bölgede ve dünyada sahici bir “moral lider” olarak kabul görmesinin koşulunu, bu çıkışındaki “insani ve demokratik” özü,
Kürt meselesinde atacağı adımlara da taşımasında görüyorum.
* * *
Davos’taki çıkışındakine benzer bir ironi, Erdoğan’ın Aya İrini’deki konuşmasında da vardı.
Başbakan, “Türkiye artık Çetin Altan’ı 300 kez
mahkeme kapılarına çağıran
ülke değildir” derken,
Taraf’ın ve
Ahmet Altan’ın biriken
dava dosyaları gözümün önüne geldi ister istemez ve “Doğru” dedim içimden, “Türkiye artık Çetin Altan’ı değil, Çetin Altan’ın oğlunu, oğullarını mahkeme kapılarına çağıran ülke.”
Ama bu ironi Erdoğan’ın konuşmasının güzelliğini eksiltmedi.
Metin yazarının kaleminden çıkma “Doğu’nun yaralarını sarmak... Batı’nın ortak değerlerinde buluşmak... çetelerle mücadele etmek... daha gidecek çok yolu olmak” ve Çetin Altan’ın yıllardır “gör dediği” gibi “Türkün Türke propagandasına saplanmamak” vurguları, Başbakan’ın ağzında hakikaten inandırıcı geldi bana.
Zira, daha sonra Çetin Altan kürsüde konuşurken, sahnenin bir kenarında esas duruşta beklediğini fark ettim Erdoğan’ın.
Ve onun o sessiz, o dinleyen halinde sahici bir saygı gördüm.