Ergenekon operasyonuna başından beri sıcak bakmayanlar, bu operasyonu hükümetin "
sivil darbe" girişimi olarak görenler, bunu "deli saçması" olarak niteliyor.
Oysa daha 90'ların başından bu yana çetelere karşı mücadele edenler ve çete gerçeğini bilenler, ifadelerin içinde "çarpıtma ve yönlendirme" olsa bile ciddiye alınması gerektiğini söylüyor.
İşte onlardan biri Jandarma İstihbaratçısı Astsubay Hüseyin
Oğuz, en son Sabah'ta Ecevit Kılıç'a verdiği söyleşide şöyle diyor:
"(Güney'in) anlattıkları çok önemli... Ama üzerinde ciddi çalışma yapılması gerekiyor."
Bunu söyleyen kişi hayatını riske atarak, herkesin korktuğu yıllarda Yeşil'i deşifre eden, içinde üst düzey askerlerin olduğu
Yüksekova Çetesi'ni ortaya çıkartan bir isim.
Benzer bir şeyi 2001'de
Tuncay Güney'i sorgulayan, dönemin
Organize Suçlar Şubesi Amiri Ahmet İhtiyaroğlu da söylüyor:
İhtiyaroğlu, Saygı Öztürk'e şöyle diyor.
"Anlatımları bizleri de şaşırtmıştı. Şimdi
Türkiye şaşırıyor."
Buraya bir nokta koyup biraz gerilere gidelim.
Acaba Türkiye
toplumu, devlet destekli kirli işleri ve çeteleşmeleri nasıl öğrendi?
Aslında toplum, bu
ülkede neler olup bittiğini, niçin olduğunu biliyor. Dahası bu ülkede "devlet izin vermediği, göz yummadığı sürece" yasadışı işlerin bu derece pervasız yapılmayacağını çok iyi biliyor.
Bilmeyen, görmeyen ve duymayan ise demokrat olmayan sivil
siyaset ve medya.
Tam 22 yıl önce yayınlanan birinci MİT Raporu'nu hatırlayın...
O
raporda yer alanlarla bugün Tuncay Güney'in söyledikleri arasında ne fark var?
Düşünsenize o günlerde kamuoyuna
bomba gibi düşen MİT Raporu'nda, 70'lerden 1986'ya kadar geçen süreçt
e devlet görevlileriyle kaçakçılar ve yasadışı güçler arasındaki ilişkiler yer alıyordu.
İçinde dönemin Devlet Başkanı Kenan
Evren, 12
Eylül'ün güçlü ismi
Haydar Saltık, Emniyet Müdürü Şükrü Balcı,
Susurluk'ta adı geçen
Mehmet Ağar ile
Tarık Ümit de vardı ve insanı şaşırtan ilişkileri tek tek anlatılıyordu.
Peki, kimin imzası vardı o raporun altında?
O raporun, MİT'in tarihinde önemli bir yeri olan, farklı dönemlerde etkili görevler üstlenen
Mehmet Eymür tarafından yazıldığı ve bu nedenle de görevinden uzaklaştırıldığı biliniyor.
Ama kimse dönüp o raporun içeriğine ilişkin iddiaları araştırmadı. Dahası birçok insan o dönem raporu "deli saçması" olarak niteledi.
Oysa çok çarpıcı bilgiler vardı ve iyi ki de yazılmıştı... Çünkü gereği yapılmasa bile bir dönemi teşhir etmesi açısından önemli bir işlev üstlendi.
2'nci rapor da sessizlikle karşılandı
Türkiye, çok daha çarpıcı olan 2'nci MİT Raporu'na ise 22 Eylül 1996'da
tanık oldu. Bugün Ergenekon davasından yargılanan Doğu Perinçek'in
Aydınlık dergisinin yayınladığı o rapor, bir anlamda Susurluk Skandalı'nın habercisiydi.
Tarihe dikkat edin, rapordan 45 gün sonra 3
Kasım 1996'da Susurluk Skandalı patladı. O raporda Tarık Ümit ve Mehmet Ali Yaprak'ın kaçırılmasından Emniyet içindeki yasadışı örgütlenmeye kadar, bir dizi olay anlatılıyordu.
Ama en önemlisi Susurluk Skandalı'na damgasını vuran Abdullah Çatlı'nın Türkiye'de kullandığı Mehmet Özbay kimliğini açıklamasıydı.
Bu ilk kez açıklanıyordu ve devlet, siyaset yine sessizliğe gömülmüştü.
Şimdi Tuncay Güney'in açıklamalarına "deli saçması" diye karşı çıkanların dönüp, MİT içinde hazırlanıp kamuoyuna yansıtılan bu iki raporu iyi okuması gerekiyor.
Eğer o tarihlerde bu iki raporun gereği yapılsaydı belki onlarca insanın yaşamı kurtulur, Türkiye karanlık örgütlerin cirit attığı, hayatı ve hukuku tehdit ettiği bir ülke olmaktan çıkardı.
Bu tür raporların, ifadelerin içinde kafa karıştırıcı hatta sulandırıcı şeyler olabilir. Ama bunlar yüzünden işin özü, o ifadelerin satır aralarında yer alan ilginç ipuçları göz ardı edilmemeli.