Siyasal
iktidar eliyle, devletin hoyrat eliyle,
İstanbul’da yaşadığımız 1
Mayıs rezaleti sonrasında dün bu köşedeki yazımı şöyle noktalamıştım:
“Geriliyor
Türkiye.
Kutuplaşıyoruz.
Başbakan Erdoğan görmüyor mu?
1 Mayıs dolayısıyla
sendika liderleriyle, işçilerle, aydınlarla ya da
Nevruz ve
Kürt sorunu yüzünden Kürt aydınlarıyla, Kürt siyasetçileriyle çatışıyor.
Kendisi bir kuşatma altında olan bir Başbakan,
hedef küçülteceğine hedef büyütüyor.
Kendisi bir kuşatma altında olan bir Başbakan, ‘
demokrasinin ipi’ne sarılacağına meydanlarda ‘devletin sopası’na sarılıyor.
Öyle bir durum ki, herhalde, Erdoğan’la AKP’nin defterini dürmek isteyenler şu sıralar çok memnundur.”
Bu satırların altını bir kez daha çizmek istedim. Çünkü Başbakan Erdoğan’ın ne yapmak istediğine
akıl erdirmek gitgide güçleşiyor.
Erdoğan iyi düşünmeli.
Elini de çabuk tutmalı.
Televizyonların 1 Mayıs yayınlarını arkasına yaslanıp şöyle bir seyretmeli, gazetelerin 1 Mayıs’la ilgili dünkü birinci sayfalarını bir köşeye çekilip gözden geçirirken, yapılan yorumları da duygularına kapılmadan sakin kafayla okumalı diye düşünüyorum.
Durum muhakemesine ihtiyacı var çünkü.
Demokles’in Kılıcı sallanıyor.
Hem kendi başının üzerinde sallanıyor, hem de partisinin. Hedef, hem liderin başını koparmak, hem de gövdeyi teslim almak.
Kendisiyle partisinin defterini kaç yıldır dürmek isteyenlerin, yani
darbesel süreci arka planda tetikleyenlerin oyun içinde oyunları sır değil.
Oyunları boşa çıkarmak için 1 Mayıs’taki gibi ‘devletin sopası’na değil, ‘demokrasinin ipi’ne sarılmak gerekiyor. Hedef büyültmek değil, küçültmek gerekiyor. Türkiye’nin siyasi tansiyonunu 1 Mayıs’taki gibi zıplatmak değil, tam tersine düşürmek gerekiyor.
Bunlar boş, soyut laflar değil.
Kuşatmayı yarabilmek için ‘demokrasi bayrağını yükseltmek’ten başka çare yok.
Çünkü, ‘darbeciler’de oyun çok!
Partiyi kapatmak ilk aşama olabilecek. Bu arada partiyi, özellikle
Meclis Grubunu bölmek bir başka hedef ki, daha şimdiden bunun zayıf da olsa ilk sinyalleri geliyor. Daha sonra, istenen sonuç öyle kolay alınamayacak olsa da
Yüce Divan ve
Ceza Davaları devreye sokulabilir.
Böyle bir süreçte siyasal istikrarsızlıkla birlikte
ekonomik istikrarsızlık ya da ekonomik
kriz de Türkiye’nin kapısını çalabilir. Terör ve şiddet eğrisi yükselişe geçebilir.
Akla takılan bir soru da şu:
Böyle bir süreçte AKP’nin, daha doğrusu yerine kurulacak yeni partinin
seçim sandığında oyları artar mı, azalır mı? Başında Erdoğan’ın bulunmadığı, arka planda yasaklı olarak kaldığı bir parti seçim sandığında başarıyı yine yakalayabilir mi?
Bu arada memlekete ne olur?..
Her şeyin başı olan istikrar darbe üstüne darbe alırken, Türkiye yeniden mesela 1990’ların kayıp yıllar çıkmazına sürüklenmez mi?
O kadar çok soru, o kadar çok belirsizlik ve öylesine kafa karışıklığı var ki.
Kimileri diyor ki:
“Erdoğan birkaç bakanını feda ederken, mesela başörtüsü-
türban yasağının bir tek üniversitelerde kalkacağını, buna karşılık kamuda, okullarda devam edeceğini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklasa, bunun teminat altında olduğunu söylese Türkiye’de hava bir anda değişir. Bu genel yumuşamadan, tansiyonun düşmesinden
Anayasa Mahkemesi de etkilenir.”
Erdoğan bunu yapabilir mi?..
Yapabilir diyenler var.
Keşke yapabilse...
Keşke şaşırtsa...
Ama ben ihtimal veremiyorum.
Erdoğan’ın yakın siyasal sicilinde böylesi örneklere rastlanmıyor.
O zaman ne yapacak?..
Bu sorunun yanıtını kendisi de tam biliyor mu, bilemiyorum.
Son söz: Başbakan Erdoğan’ın 1 Mayıs dolayısıyla hâlâ sendikaları suçlayabilmesi iyiye işaret değildir.