29 Ocak 1983'te idam edilen dört gençten birisi olan
Ramazan Yukarıgöz'ün ailesine yazdığı
mektup, tam 26 yıl sonra annesinin eline geçmişti.
'Değerli anama...' diye başlayan mektubunda Yukarıgöz, şunları yazıyordu: "Beni cezaevinde ve dışarıda her zaman ve her yerde yanımda olarak hiçbir zaman yalnız bırakmadın. Sana olan borcum asla ödenmez. Burada şereflice yaşayıp şereflice ölerek sana olan borcumun bir kısmını ödemek istiyorum. Seni her zaman canından çok seven oğlun."
Ramazan Yukarıgöz,
Türkiye'de uygulamaya konulmuş
darbe oyununda rol alan küçücük bir figürandı ama o da herkes gibi ana kuzusuydu ve taşıdığı bir canı vardı. Bir avuç insanla, birkaç tane tabancayla darbe yapılabileceğine, Türkiye'ye sosyalist rejim getirilebileceğine inandırılmış gencecik bir delikanlıydı. Eylemi yaptığı gün 19, idam edildiği gün ise daha 21 yaşındaydı. 12
Eylül sürecinin kandırılmış bir ferdi, bir yitik kuşak çocuğuydu. Büyük ağaların iktidarı için gerekli olan bahaneydi Ramazan. Büyük ağaların ağızlarında
tablet olarak çiğnediği gencecik bir hayat iksiriydi.
29 Ocak 1983 tarihinde Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan, Mehmet
Kambur ve Ramazan Yukarıgöz, askerî rejim tarafından idam edildiler. Onları bu yola sevk eden, ellerine
silah veren ve birkaç çakaralmaz ile bu
ülkede ihtilal yapılacağına inandıranlara ise hiçbir şey olmadı. Bu idam edilenlerden geriye de yüreğinde hançer saplı analar kaldı.
Şiddet kullanan her hareketin arkasında provokatif amaçlar olduğunu düşünürüm. Türkiye'de silah sıkarak, silahlı mücadele ederek sonuca gidebilmiş hiçbir hareket yoktur.
Hani olması da mümkün değildir. Bu ülkedeki
terör eylemleri her daim
siyasete şekil vermek için 'kullanılmıştır'. 22 Temmuz 2007 seçimlerinden önce neyi tartıştığımızı hatırlıyor muyuz? İsterseniz bir hatırlayalım...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
Anayasa Mahkemesi '367' diye bir ucube çıkarmış ve ülke, genel seçime gitme kararı almıştı. Halk, '
Sabih Kanadoğlu hukuk darbesi'ne fena halde içerlemiş ve cezasını sandıkta vermek için kolları sıvamıştı. İşte tam bu süreçte
PKK eylemlerini arttırdı. Her gün bir şehit cenazesi geliyor,
şehit cenazeleri bindirilmiş kıtalar tarafından hükümet aleyhine bir mitinge dönüştürülüyordu. O dönemdeki sloganları ve köşe yazarlarının sözlerini hatırlayın. Türkiye, seçimi bırakıp
Kuzey Irak'a girmeli ve PKK'yı temizlemeli. Bu söz cenazelerde ve medyada ne kadar yükseliyorsa PKK da eylemlerini o kadar arttırıyordu. Ama başaramadılar. Türkiye seçimlere gitti ve bu oyuna çok şiddetli bir tokat vurdu. Daha sonrasını hatırlıyorsunuz. Bu bindirilmiş kıtaların büyük bir oyun olduğunu
Ergenekon soruşturmasıyla daha iyi anladık. Bugün baktığınızda Ergenekon'un Ramazan'ların, Necdet'lerin, Ömer'lerin, Mehmetçik'in kanıyla beslenen bir heyula olduğunu görüyorsunuz.
Mustafa Balbay'ın günlüklerinde bir ülkenin darbe sürecine nasıl götürüldüğünü çok daha iyi anlıyorsunuz; ama bu günlükler Türkiye gerçeğinin sadece
küçük bir parçası.
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras'ın söylediği gibi
Ergenekon soruşturması başladıktan sonra
faili meçhul cinayetler bıçakla kesilir gibi kesildi. 29
Mart seçimlerine girerken her gün bir yerde mayına basıp şehit düşen askerlerin haberini almıyoruz. O cenazeler üzerinden siyaset yapılmıyor.
Oğlunun kendisine gönderdiği mektubu tam 26 yıl sonra alan anne Aysel Yukarıgöz'ün söylediklerinin altına yüreği olan herkesin
imza atması gerekir. "Bunu alana kadar ölmedim, bunu yapanların yargılandığını görene kadar da ölmeyeceğim." diyor. Bu ülkenin bütün darbecileri yargılanmalı. Bunun için buyurun Ergenekon davasına...